Abdestin Şartları
Abdestin şartları, vücûbunun, sıhhatinin, hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları olmak üzere üç kısma ayrılır. Vücûbunun şartlarından maksat, mükellefin abdest almasını vâcib kılan şartlardır. Ki bu şartların tümünü veya bir kısmını üzerinde taşımayan bir kimsenin abdest alması vâcib değildir. Sıhhatinin şartlarından maksat, bu şartlar gerçekleşmediği takdirde alınan abdestin sahîh olmayacağı demektir.
Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından maksat ise, bu şartlardan biri gerçekleşmediği takdirde abdest almanın vâcib olmayacağı ve alınsa da sahîh olmayacağı demektir. Bunları açıklamaya çalışalım:
Vücûbunun şartları:
1. Bulûğ: Erkek olsun kadın olsun bulûğa ermeyen bir kimseye abdest almak vâcib değildir! Ama alacak olursa abdesti sahîh olur. Sözgelimi bulûğa ermeden bir saat önce abdest almış olsa, sonra da bulûğa ererse abdesti bozulmamış olup devam eder. Bu abdestle namaz kılabilir. Böyle bir durumla her ne kadar çok az karşılaşılsa da yolcuların ve çöl gibi suyu az yerlerde ikâmet edenlerin bunu bilmesinde fayda vardır.
2. Namaz vaktinin girmesi: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından birinin vaktinin girmiş olması, ileride namaz vakitleri bahsinde açıklanacaktır. Bu vakitlerden biri gelip çattığında mükellef birinin, üzerine farzolan namazı kılması gerekli olur. Namaz, abdest veya onun yerine geçecek bir şey (teyemmüm gibi) alınmadan helâl (sahîh) olmayacağına göre, kişinin namaz kılmak için abdest alması farz olur. Vaktin girmesiyle namaz, kişinin üzerine genişletilmiş bir vecîbe olarak farzolur. Onsuz kabul edilmeyecek olan abdest de böyle… Genişletilmiş vecîbenin mânâsı şudur ki: Mükellefler namazı vaktin başında kılacakları gibi, ortasında veya sonunda da kılabilirler. Vaktin sonuna doğru gelinip de geriye sadece abdest alınıp namaz kılabilecek kadar bir zaman kalırsa bu durumda daraltılmış bir vecibe olur. Mükellef, bu durumda acilen abdest alıp namaz kılmak zorundadır. Abdest ve namazı bundan sonrasına bırakacak olursa günahkâr olur. Farz namazı kılmak isteyenin abdest alması farz olduğu gibi, nafile namaz kılmak isteyenin de abdest alması farzdır. Nafile namaz kılacak olan birinin (eğer yoksa) hemen abdest alması farzolur. Nafile de olsa abdestsiz olarak namaz kılmak haramdır.
Vaktin girişinin sadece abdestin vücûbu için bir şart olduğu anlaşıldıktan sonra bilinmelidir ki: Vaktin girişinden önce alınan abdest sahîh olur. Yani vaktin girişi, abdestin sıhhat şartı değildir. Yalnız abdest alanın özür sahibi biri olmaması gerekir.
Mâlikîler: Özürlü kimsenin, vaktin girişinden önce ve sonra aldığı abdestler sahîhtir demişlerdir.
Hanefiler dediler ki: Özürlü kimsenin vaktin girişinden önce aldığı abdest sahîhtir. Sözgelimi öğleden önce abdest alır, sonra da öğle vakti girerse bu abdesti bozulmuş olmaz. Bununla öğle namazını kılabilir. Öğlen vakti çıkıncaya kadar da abdestinin hükmü devam eder. Öğle vakti sona erip çıkmakla abdesti de bozulmuş olur. İkindi namazım, yeniden abdest almadan kılamaz. Bahsi gelince de, vakti çıktığından ötürü abdestinin bozuluş sebebi anlatılacaktır.
Sayfanın üst tarafında anlatılanlar, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göredir.
Meselâ sürekli olarak kendisinde sidik akıntısı bulunan bir insanın, ancak vakit girdikten sonra abdest alması sahîh olur. Nitekim bunun izahı, ma´zûr kimseler bahsinde yapılacaktır.
3. Eski abdest bozulmuş olacak: Meselâ bir kişi, öğle namazı için abdest alır da bu abdesti gün boyunca bozulmasa yeniden abdest alması vâcib olmaz. Çünkü bu abdesti sahîh olmakta devam etmektedir. Vaktin girişinden önce mevcûd bulunan bir abdest de sahîhtir.
4. Abdest almaya muktedîr olmak: Hastalık veya benzen hallerden ötürü suyu kullanamayan kimsenin, ileride teyemmüm bahsinde de açıklanacağı üzere, abdest alması vâcib olmaz. Kullanmak için su bulamayan kimseler de hastalar hükmündedirler.
Bu saydıklarımız, abdestin, üzerinde ittifaka varılan vücûb şartlarıdır.
Özet olarak diyebiliriz ki: Mükellef kişi, abdestli değilse, vaktin girişiyle abdest almak mecburiyeti altına girer. Yalnız bu kişi, suyu kullanmaya da muktedîr olmalıdır. Sıhhatinin şartları:
1. Abdest alınacak su, temizleyici bir su olmalıdır: Abdest alacak olan kişinin, bu suyun temizleyici olduğunu zannetmesi yeterlidir.
2. Abdest alan mümeyyiz olmalıdır: Mümeyyiz olmayan çocuğun aldığı abdest sahîh değildir. Bu, bir varsayım olup, “abdestsiz çocuğun Mushaf´a dokunmasına mâni olunmalıdır” diyenler bu varsayıma ihtiyaç duyabilirler.
3. Abdestle yıkanacak organa suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunmamalıdır: Meselâ elde, yüzde, başta veya ayaklarda derinin dış yüzüne suyun ulaşmasına mâni bir engel bulunduğu takdirde bu abdest sahîh olmaz. Yine aynı şekilple elde veya yüzde donmuş yağ, balmumu veya hamur bulunur da bunfar suyun deriye ulaşmasına engel olurlarsa alınan abdest sahîh olmaz.
Abdest almakta olan kişide abdeste zıt bir durum meydana gelmemelidir. Meselâ abdest almakta olan kişide, yüzünü ve ellerini yıkadıktan sonra abdesti bozacak bir durum meydana gelirse bu kişi, abdeste yeniden başlamaya mecbur olur. Ancak özürlü kişilerden olursa yeniden abdest alması zorunlu olmaz. Meselâ sürekli sidik akıntısına müptelâ olan bir kişiden abdest esnasında bir veya birkaç damla sidik damlayacak olursa yeniden abdest alması gerekmez.
Hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartları:
1. Akıllı olmak. Delinin, saralının, bunağın, baygının abdest almaları vâcib değildir. Bunlardan biri abdest alacak olursa bu abdesti sahîh olmaz. Şöyle ki: Bunak biri abdest alır da birkaç dakika sonra bu hastalığından kurtulup iyileşecek olursa bu abdestiyle namaz kılması sahîh olmaz. Deli de bu hükme tâbidir. Bunak, saraya düşmüş ve baygın kimselere gelince (şuurları yerinde olmadığından ötürü) bunların abdest almaları zaten düşünülemez. Ancak bunu anlatmaktaki gayemiz, Allah Teâlâ-nın bu hallerde, bütün mükellefiyetleri ortadan kaldırdığını bildirmek içindir. Yine de bu hallere müptelâ kimselerin abdest aldıklarını farzedecek olursak, bunların almış oldukları abdestler sahîh olmaz. Şunu bilmek gerekir ki, ibâdetler karşısındaki şer´î tasarruflarla, günlük hayattaki muameleler karşısındaki şer´î tasarruflar aynıdır. İbâdetlerde olduğu cjibi muameleleri yapanların da akıllı kimseler olmaları vâcibdir. Akılsızların muameleleri geçerli olmaz.
Hanefiler dediler ki: Delilik ve sar´aya düşmek, abdeste zıt durumlardandır; abdesti bozarlar. Bu nedenle akıllılık, abdestin sıhhat şartlarından biri olmaktadır. Daha önce de görüldüğü gibi akıllılık, abdestin vücub şartlarından idi. Böylece hem vücûbunun hem de sıhhatinin şartlarından biri olmaktadır.
Hanefiler dediler ki: Bunak, sözlerini birbirine karıştıran ve sakin olmasına, kimseye sövmemesine, şuursuzca yürümemesine rağmen yine de ne yapacağını bilemeyen, hülâsa tedbiri bozulan kimsedir. Bu durumdaki kimselerin ibâdetleri, çocuğunki gibi sahîhtir. Ancak mükellef değildirler. Bunamamak, sadece vücub şartıdır. Sıhhat şartı değildir.
2. Kadının, aybaşı ve nifastan sonraki lohusalık kanlarından temiz olması. Bu haldeki kadınların abdest almaları vâcib değildir. Alacak olsalar ve aldıktan birkaç dakika sonra temizlenecek olsalar, bu abdestleri, sıhhat şartına uyulmadığı gerekçesiyle sahîh ve muteber olmaz. Ama yine de aybaşı hâlini geçirmekte olan bir kadının hatırlama kabilinden olması dolayısıyla her namaz vaktinde abdest alıp önceden namaz kıldığı yerlerde oturması menduptur. Fakat unutulmasın ki bu abdest, sadece bir şekilden ibarettir. Namazı anmak ve unutmamak içindir.
3. Uyku ve gafletin olmaması. Uyumakta olan kişi, ilâhî rahmet dolayısıyla mükellef olmamaktadır. Gafil (dalgın) da böyledir. Bunlar şayet abdest alsalar bile bu abdestleri bâtıldır, geçersizdir. Bazıları sanarlar ki: Uyuyan kişi, sadece kendi yatağında veya bir başkasının yatağına uzanarak uyuyan kişidir. Böyle birinin uyurken abdest alması zaten düşünülemez. Bizim burada uyuyan kişiden kastettiğimiz şudur: Uyurken kalkıp hareket eder. Hatta yine uyurken evinden dışarı çıkar. Bu kimseler hissetmeseler bile uyur-gezerken abdest alabilirler. Benim bir komşum vardı. O da bu uyur-gezerlerdendi.
4. Müslüman olmak. Şu mânâda ki: “Gayr-ı müslim” birinden abdest almasını isteyemeyiz. Ama küfür halindeyken de namaza ve namazın vesilelerine (abdest ve teyemmüme) muhatabtır. Terkinden dolayı da azâb görecektir. Ama müslüman olmadan aldığı abdest de sahîh değildir.
Malikiler dediler ki: Müslüman olmak sadece sıhhat şartıdır. Kâfirler şerîatin hükümlerine muhatap olmaları dolayısıyla ibadetle mükelleftirler. Terkettikleri gerekçesiyle de azaba maruz kalacaklardır. Ancak bu ibadetleri de müslüman olduktan sonra sahîh olabilir. Küfür halindeyken yapacakları ibadetler sahîh olmaz. Çünkü niyet olmaksızın hiçbir ibadet sahîh olamaz. Ayrıca niyetin de sahîh olabilmesi için müslüman olmak şarttır. Hanefiler dediler ki: Müslüman olmak abdestin sadece vücûb şartlarındandır. Hem vücûbunun ve hem de sıhhatinin şartlarından değildir. (Mâlikîlerin hilafına.) Kâfir, şerîatin hükümlerine muhatab değildir. Hanefîler müslüman olmayı abdestin sıhhat şartlarından saymamışlardır. Çünkü onlara göre abdest, niyet etmeden de sahîh olur; Abdestte niyyet farz değildir. Ama teyümmümde bunun aksine niyet, farzdır. Bu durumda kâfir bir kişi teyemmüm yapacak olursa teyemmümü sahih olmaz. Zîrâ teyemmüm, niyet rüknüne bağlıdır.
5. Peygamber Efendimiz Muhammed İbn Abdullah´ın çağrısının mükellefe kavuşmuş olması. Kendisine bu çağrının ulaşmamış olduğu kimselere abdest vâcib değildir. Alsalar bile, aldıktan sonra bir saat içinde çağrıya muhâtab olurlarsa bu abdestleri geçersiz olur. Bununla namaz kılmaları sahîh olmaz. Ki bu hususta bazı mezheblerin koşmuş oldukları birtakım ek şartlar aşağıda sıralanmıştır.
Hanefiler dediler ki: Peygamber Efendimizin çağrısının ulaşması, abdestin sıhhat şartlarından değildir. Şöyleki: Adamın biri, bu çağrı kendisine ulaşmadan abdest alicak olursa, sonra da çağrıyı alırsa bu abdesti sahîh olur. Hanefîler, çağrının ulaşmasını İslâmiyet şartı ile yetinerek abdestin vücûb şartlarından saymamışlardır. Çünkü İslâmiyet, ancak bu çağrı yapıldıktan sonra gerçekleşmektedir. Böylece de anlaşılıyor ki: Peygamberimizin çağrısını, abdestin hem vücûbunun hem sıhhatinin şartlarından sayanlar sadece Şâfiîler ile Hanbelîlerdir.
Şâfiîler: Abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir:
1. Abdest alan kişi, abdestin alınış keyfiyetini bilmelidir. Öyleki: Abdestin elleri, yüzü, ayaklan yıkamak vs. den ibaret olduğunu bilse ve bunları yerine getirirken bunun şerîatçe kendisinden istenilen abdestin ta kendisi olduğunu bilmese abdesti sahîh olmaz.
2. Farzı diğerlerinden ayırdedebilmelidir. Ancak abdest alan, avamdan biriyse bunun, farzı nafile olarak itikad etmemesi gerekir. Onun için yeterli olan budur. Eğer abdestteki bütün fiillerin farz olduğuna inanırsa aldığı abdest yine sahîh olur. Yine bunun gibi abdestte hem farz hem de sünnet olan fiiller bulunduğuna inansa, ancak farzlarla sünnetleri birbirinden ayırd edemese aldığı abdest yine sahîh olur.
3. Abdeste başladığı anda niyet edip bu niyeti abdest tamamlayıncaya kadar devam ettirmelidir. Sözgelimi eğer yüzünü yıkarken abdeste niyet ederse, sonra da ellerini sırf temizlik veya serinlemek amacıyla yıkarsa bu abdesti sahîh olmaz. Ki buna hükmen niyetle beraberlik denir. Eğer bir kişi abdeste niyet eder, bununla birlikte temizlik maksadıyla da niyet ederse bu niyeti abdesti bozmaz.
Hanbelîler: Bunlar da abdestin sıhhat şartlarına üç tane daha eklemişlerdir:
1. Abdest alınacak su, mübâh bir su olmalıdır. Gasbedilmiş bir suyla alınan abdest sahîh olmaz.
2. Abdest almaya niyet edilmelidir. Niyet edilmeksizin alınan abdest sahîh olmaz. Hanefîlere gelince bunların nazarında niyet, sünnettir. Bir rükün veya bir şart değildir. Mâlikî ve Şâfiîlere gelince bunlar demişlerdir ki: Niyet, abdestin rükûnlarından bir rükündür. Niyeti, abdest için bir şart olarak kabul edenler, yalnızca Hanbelîlerdir. Niyet bahsi geldiğinde rükün ile niyet arasındaki fark açıklanacaktır.
3. Abdestten önce istinca veya isticmar yapılmalıdır. Bunlar yapılmadan alman abdest sahîh olmaz. İstinca bahsinde bu hususun açıklaması yapılacaktır.[53]
Abdestin Farzları
Farz kelimesi, lügatte kesmek mânâsına gelmektedir. Istılahta ise yapana sevâb, yapmayana ceza verilen şey demektir. Ayrıca fıkıhçılar terim olarak “farz” ile “rükn”ü aynı anlamda ele almışlardır. Bir şeyin farzıyla rüknü aynı anlamı ifade eder. Yine fıkıhçılar farz ve rükün ile şart terimlerini birbirlerinden ayırmışlardır. Şu bebeble ki: Farz veya rükün, bir şeyi meydana getiren ve onun birer parçası olan aslî unsurlardır. Şart ise bir şeyin var olmasının kendisine bağlı bulunduğu şeydir. Mesela namazı ele alalım: Tekbir, rükû´, sücûd… ilh. Bunlar, namazın farzlarıdır. Sıhhatinin şartlarından biri de vaktin girmiş olmasıdır. Vaktin girmesinden önce kılınan namaz, mâhiyet itibariyle her ne kadar tamamsa da, şerîat nazarında bâtıldır. Zîrâ sahîh olması için vaktin girmiş olması gereklidir. Bunları anlattıktan sonra gelelim abdestin farzlarına. Bu farzların sayısında dört mezhebin İmamları ihtilâf etmişlerdir. Ancak Kur´an-ı Kerîm´de sabit olan farzlar dört tanedir:
1. Yüzü yıkamak,
2. Elleri dirseklere kadar yıkamak,
3. Başın tamamını veya bir kısmını meshetmek,
4. Ayakları mafsal yumru kemiklerine kadar yıkamak.
Âyet-i kerîmede de bu farzlar sayılmaktadır. Şöyle ki:
“Ey imân edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın).” [54]
Abdestin farzlarının bu kadarında mezheb İmamları ittifak etmişlerdir. Ancak başın meshediliş şeklinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazısı başın tümü, bazısı da bir kısmı meshedilir demişlerdir. Bazı İmamlar bu farzlara birtakım farzlar daha eklemişlerdir. Abdestin farzlarını her mezhebe göre ayrı ayrı anlatacağız ki meseleler dağınık olmasın ve bu farzları okuyup bilmek güçleşmesin. Sonra da üzerinde ittifaka varılan hususları ayrıca akılda tutmak gerekir.
Hanefiler dediler ki: Abdestin farzları yukarıda sayılan dört farzdan ibarettir. Eğer bir mükellef, fazla bir ilâvede bulunmaksızın sadece bu dört farzı yerine getirecek olursa abdestli sayılır. Bununla namaz kılabilir. Ve abdestli olmadan yapılamayacak ibâdetlerin tümünü yapabilir. Meselâ Mushaf´a dokunup onu ele alabilir. Ancak sünneti terketmiş olur. Ki sünnetleri terkeden kişinin hükmü de, abdestin sünnetleri bahsinde anlatılacaktır.
Şimdi de Hanefîlere göre abdestin dört farzını anlatmaya çalışalım:
1. Yüzü yıkamak: Bununla ilgili bazı hükümler vardır. Ki bunları da şöylece sıralayabiliriz:
a. Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırının izahı.
b. Yüzde biten çene, bıyık ve kaş tüylerinden yıkamlması gereken yerlerin izahı.
c. Gözlerin iç ve dışlarında yıkamlması gereken ve gerekmeyen yerlerin izahı.
d. Burun kemerinden yıkanması gereken yerlerin izahı.
Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı: Sakalı olmayanların yüzlerinin uzunlamasına sının: Saçın alındaki bitme noktasından başlayıp çenenin son noktasında nihayete erer. Saçın mûtad bitme noktası da normal bir adamda alnın son kısmındadır. Normal olmayan adam da ya keldir veya kâküllüdür. Kel, saçı ön taraftan gitmiş olan adama denir. Ki sanki başının ön kısmı anadan doğma saçsızdır. Böyleleri, başlarında veya alınlarında saç bulunmayan bütün yerleri yıkamak mecburiyetinde değildirler. Sadece normal olarak saçın bitebileceği yerlere kadar olan kısımları yıkamak mecburiyetindedirler. Yani alnın birazcık üst tarafını yıkarlar.
Kâküllü kimseye gelince bu, saçı uzayıp alnına kadar, hatta bazılarında kaşlarına kadar inen kimselerdir. Bunlar kelin hükmündedirler. Bunlar da kel gibi, alnın birazcık üst tarafını yıkamak mecburiyetindedirler. Zîrâ insanların çoğunun saçı bu noktada biter. Bu durumlarda çoğunluk nazar-ı itibâra alınır. Yaratılışta insanların çoğunluğuna uymayan, mükellefiyet açısından da onlara uymaz.
Yüzün genişlemesine sınırına gelince bu, bir kulağın kökünden (bazıları buna kulak kazığı derler) başlayıp öbür kulağın köküne kadar davam eder Kulak ile çene kemiği arasındaki beyazlık da tabiî olarak yüzden sayılmaktadır. Ki burasını yıkamak da vâcibdir.
Yüzde biten tüylere gelince bunların en önemlileri sakal ve bıyıktır. Sakalın hükmüne gelince, bunun üst taraftan başlayıp çeneye kadar olan ve yüzün derisi üstünde bulunan bölümünü yıkamak vâcibdir. Tabiî, beşere dediğimiz deri üzerinde bulunan sakal tüylerini yıkamak vâcibdir. Tüylerin uzayan kısımlarım yıkama mecburiyeti yoktur. Sakallarını uzatanlar, sadece yüzlerinin derisi üzerinde bulunan kısımlarıyla çene derilerinin üzerinde bulunan kısımları yıkamakla yükümlüdürler. Sonra eğer sakal seyrekse ve suyun, dipteki derinin dışyüzüne ulaşması mümkünse, bu durumda sakalı parmakla hilâllemelidir. Ki su dibine ulaşabilsin. Yok, eğer sakal sık ise sadece dış kısmını yıkamak vâcib olur.
Bıyığa gelince, Hanefî mezhebinin önde gelenleri bu hususta görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazıları eğer bıyık, dibindeki deriye su ulaşmayacak kadar sık ise bu durumda alınan abdest geçersiz olur, bâtıldır, demişlerdir. Diğer bazıları da demişlerdir ki: Bu durumda abdest bâtıl olmaz. Sadece bıyığın üstünü yıkamak yeterli olur. Abdest hususunda müftâbih olan görüş budur. Ama gusül işine gelince, gusül yapılırken sık bıyıklar hiç de affedilmez. Bıyık, çok sık olursa gusül bâtıl olur. Guslün bu durumda bâtıl oluşunun sebebi, şâri´in bıyıkları uzatmayı yasaklamış olmasından ileri gelmektedir. Zîrâ böylesi bıyıklar yemek kırıntılarını ve kirleri taşırlar. Sık olan bıyıkların yıkanmasında şiddet gösterilmiştir. Ki insanlar, hiç faydası yokken bıyıklarını aşırı derecede uzatmasınlar.
Bunları anlattıktan sonra geriye yüzdeki tüylerden sadece kaş tüyleri kalmış oluyor. Bunların hükmüne gelince eğer bunlar, suyun dipteki deriye ulaşmasına imkân verecek kadar seyrek iseler elle hareketlendirilmeleri vâcibtir. Yok eğer çok sık iseler hilâllemek vâcib olmayıp sadece dış kısımlarım yıkamakla yetinilir.
Buruna gelince, yüzden sayıldığı için dışının tamamım yıkamak vâcibdir. Küçük de olsa bir parçası yıkanmasa abdest fâsid olur. Alt taraftaki burun delikleri arasında bulunan ayırıcı kısım da burundan sayılmaktadır. Burnun içini yıkamak, Hanefîlere göre şart değildir. Yüzde bir yara çıkar, iyileştikten sonra da yerinde bir çukurluk kalırsa suyun, bu çukurun içine ulaşması gerekir. Tıpkı bunun gibi yüzdeki kırışıklıkların arasına da suyu ulaştırmak vâcib olmaktadır.
Şunu da hatırlatmakta yarar vardır ki: Bir kişi abdest aldıktan sonra saçını veya sakalını tıraş edecek olursa abdesti bozulmaz.
2. Elleri dirseklere kadar yıkamak: Abdestin farzlarından olan bu ikincisiyle ilgili bir takım hususlar vardır. Ki bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
a. İnsanın fazla parmağı varsa abdest alırken bunu da yıkaması vâcibdir. Ama fazla bir eli varsa bu el de aslî elin hizasındaysa onu yıkaması vâcib olur. Ama bu el aslî elinden daha uzunsa, aslî elinin hizasında olan kısmını yıkaması vâcib, gerisini yıkaması vâcib değildir. Ancak yıkarsa mendub işlemiş olur.
b. Eline veya tırnağının aslına çamur ve hamur gibi şeyler yapışmışsa bunları gidermesi ve suyu tırnağının aslına ulaştırması vâcibtir. Aksi takdirde aldığı abdest bâtıl olur. Tırnağın aslından maksat, parmak etine yapışık olduğu kadarıdır. Eğer tırnak uzar da parmak başım geçerse uzayan yeri de yıkamak vâcib olur. Aksi takdirde alınan abdest bâtıl olur. Tırnak altındaki pislik ve kirlere gelince, abdest alan ister köylü ister şehirli olsun, zorlukları gidermek prensibine göre bunlar abdeste zarar vermezler. Fetva da bu görüş üzerinedir. Hanefî mezhebinden bazı muhakkik âlimler ise, uzamış tırnakların içine yapışık kirlerin yıkanmasının zorunlu olduğunu, yıkanmadığı takdirde alınan abdestin bâtıl olacağını söylemişlerdir. Tırnak altında ezâ verecek pisliklerin yığılacağı gerekçesiyle bu, güzel bir hükümdür. Ancak ekmekçilerin uzayan tırnaklarının altında azıcık hamur kalacak olursa, meslek zorunluluğu gerekçesiyle bu muaf sayılmıştır. Kına ve boyaların eserleri de abdeste zarar vermez. Ancak kınanın el üzerinde bir hacim tutacak kadar kalıntısı bulunursa, suyuncleriye ulaşmasına engel olacağı gerekçesiyle bu, abdeste zarar verir.
c. Eli kesilen bir kişi, elinin geri kalan kısmını yıkamakla yükümlüdür. Eğer farz yerinin tamamı kesilmişse yıkama yükümlülüğü düşer.
3. Ayakları mafsal yumru kemiklerine kadar yıkamak: Mafsal yumru kemikleri, bacağın alt tarafında ve ayağın üst tarafında bulunan dışa doğru çıkık iki kemiktir. Bunların arka taraflarını yıkamak, ayak tabanındaki çatlakların arasını yıkamak da vâcibtir. Ayağının bir kısmı veya tümü kesilen kişinin hükmü, elinin bir kısmı veya tümü kesilen kişinin hükmü gibidir. Bir kişi ellerini veya ayaklarını çatlaklar dolayısıyla yağlayıp merhemlese sonra da abdest alsa, yağlı yerler suyu kabul etmez ve su deriye ulaşmazsa bakılır: Eğer su, merhemin altına ulaştığı takdirde zarar verecekse yıkamak vâcib olmaz. Eğer zarar vermeyecekse bu merhemi ve yağı silip yerini yıkamak vâcib olur. Ayakta yarılmalar olur da yıkandığı veya suya daldırılıp derhal çıkarılması hâlinde bile zarar doğacaksa, bu durumda ayağı yıkama yükümlülüğü düşer. Sadece suyla meshedilir. Mesh etmek de zararlı olacaksa veya bunu bile yapamayacak kadar âciz ise meshetme yükümlülüğü de düşer. Sadece zarar vermeyecek yerleri yıkanır.
4. Başın dörtte birini meshetmek: Başın dörtte biri, kişinin avuç içi kadar olarak takdir edilir. Vâcib olan, başın tümünden avuç içi kadarını mesh etmektir. Abdest alanın avuç içine su değip ıslanır da sonra avuç içini önden veya arkadan veya herhangi bir tarafından başının üzerine koyarsa bu kendisine yeterli olur. Şunu da kaydetmek gerekir ki: Baş, illâ da avuç içi ile meshedilecektir diye bir zorunluluk yoktur. Herhangi bir sebeple başın dörtte birine su değecek olursa bu da yeterli olur. Mesh, elle yapılırken bunun en azından üç parmakla yapılması şarttır. Ki su, başın dörtte birine, kurumadan önce ulaşabilsin. Meselâ iki parmakla meshedecek olursa su, başın dörtte birine tam olarak ulaşmak için hareket etmeden önce olduğu yerde kuruyabilir. Ve messhi, istenen kısımlara ulaşmayabilir. Ama parmak başlarıyla mesheder ve su da damlalar hâlinde damlarsa bu dmurumda başın dörtte birine ulaşabilir. Bu, mümkün olduğu için sahîh olarak kabul edilir. Yok, eğer su, damlamamaktaysa bu mesih sahîh olmaz. Başı meshederken avuçlara ayrıca su almak şart değildir. Eğer avucu ıslaksa bu, mesh için yeterli olur. Ama avucu ıslak değilse, uzuvlarından birinin üstündeki ıslaklığı alması yeterli olmaz. Meselâ kollarım yıkarken avucunun içi kuru ise, avucunu kollarının üzerindeki suyla ıslatıp başım meshedecek olursa bu yeterli olmaz. Saçları alnının ve boynunun üzerine gelecek kadar uzamış olan bir kimse, başını meshederken sadece boynundaki veya alnının üzerindeki saçları meshedecek olursa yeterli olmaz. Asıl maksat, başın dörtte birini meshetmektir. Eğer başı tıraşhysa durum açıktır. Eğer saçlı ise, başının üzerindeki saçları meshedecektir. Yani meshedilen saçların, başın bir parçası üzerinde bulunması gereklidir. Eğer başının bir kısmı tıraşlı, diğer kısmı tıraşsız ise dilediği taraftan başının dörtte birini meshedebilir. Bir kişi abdest alırken saçını mesheder de sonra gidip tıraş olursa abdesti bozulmuş olmaz. Yerden bir parça (temiz) kar alarak başını onunla meshedecek olursa bu da yeterli olur. Başıyla birlikte yüzünü yıkayacak olursa bu da yeterli olur. Ancak bunda kerahet vardır. Özürlüler dışındaki bir kimsenin sarık üzerinden başını mesh etmesi caiz olmaz. Yine aynı şekilde kadınlar da başlarına örttükleri mendil veya eşarp üzerinden başlarını meshedemezler. Ancak bu örtüler ince olup, suyun nüfuz etmesine engel olmazsa caiz olur. Kadının başına kına yakılmış veya boya sürülmüşse meshedüirken mesh suyu boyanır ve eski hükmünden çıkarsa bu abdest caiz olmaz. Eğer su, boyanmayıp eski hükmünden çıkmazsa caiz olur. Hanefîlere göre abdestin farzları bunlardan ibarettir. Bunların dışında kalan hususlar onlara göre sünnettir. Abdestin sünnetlerinin açıklaması ileride yapılacaktır.
Mâlîkîler: Abdestin farzlarının yedi tane olduğunu söylemişlerdir:
1. Niyet: Bununla ilgili bazı hususiyetler vardır ki onları şöylece sıralayabiliriz:
a. Tanımı,
b. Keyfiyeti,
c. Vakti,
d. Yeri,
e. Şartları,
f . İptal edicileri.
Tanımı ve keyfiyeti: Bir işi irâde edip yapmaya yönelmektir. Bir kişi, bir işi yapmaya yönelip kasdettiğinde ona, “bu işe niyet etti” derler. Niyetin abdestteki keyfiyetine gelince, kişinin, abdestsizliğin mâni olduğu bir işin önündeki engeli kaldırmak istemesi veya hades hâlini ortadan kaldırmayı istemesi veyahut da bir farzı edâ etmeye yönelmesidir. Açıkça bilinen bir husustur ki niyetin yeri kalbtir. Bir kişi, anlatılan keyfiyetlerden biriyle abdest almaya yönelirse niyet etmiş olur. Diliyle söylemesi şart değildir. Niyeti, abdestin sonuna kadar kalbte tutmak da şart değildir. Abdest alırken niyet ettikten sonra sonuna kadar niyeti kalbte tutmayıp aklı başka tarafa dalacak olan kimsenin abdesti bâtıl olmaz.
Niyetin vaktine gelince; niyet, abdestin başlangıcında yapılmalıdır. Abdest alan kişi bazı organları niyetsiz olarak yıkarsa abdesti bâtıl olur. Ama niyeti abdeste başlamadan (örfe göre) kısa bir zaman önce yapacak olursa bu niyet geçerli olur. Meselâ abdest almak için bir yere oturup niyet ederse sonra da hizmetçi, ibriği getirip eline su dökerse ve yeniden niyet etmezse bu ab´desti sahîh olur. Çünkü niyet ile abdest arasına uzun bir zaman fasılası girmemiştir. Niyetin şartlarına gelince bunlar, üç tanedir:
a. Müslüman olmak,
b. Mümevviz olmak
c. Kesin karar vermek.
Meselâ “gayr-ı müslim” biri, bir ibâdet yapmaya niyet edecek olursa bu niyeti sahîh olmaz. Dinî yükümlülüklerin derecelerini bİribirinden ayırd edemeyen, İslâmiyet´in ne demek olduğunu bilemeyen çocukların ve delilerin niyetleri de sahîh olmaz. Mümeyyiz çocuğun niyeti sahihtir. Abdest alacak kişi, niyetinde tereddüt edecek olursa abdesti sahîh olmaz. Sözgelimi kendi kendine: “Eğer abdestini bozulmuş ise abdest almaya niyet ettim” dese, bu niyet sahîh olmaz. Zîrâ niyet ederken kesin karar vermek gereklidir.
Niyeti iptal edici şeylere gelince bu, abdest esnasında niyeti inkâr etmektir. Meselâ abdesti iptal etmeye ve abdesti tamamlamamaya niyet ederse abdesti iptal edilmiş olur. Ama abdesti tamamladıktan sonra böyle bir niyette bulunacak olursa abdesti sahîh olduğundan dolayı, başka şeylerle bozulmadığı takdirde bu niyetle bozulmaz.
2. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sının, Hanefîlerin anlattıkları gibidir. Ancak Mâlikîler demişlerdir ki: Kulak köklerinin üzerinde bulunup başa bitişik olan beyaz kısmın yıkanması değil de mes-hedilmesi vâcibtir. Zîrâ bu kısım, yüze değil de başa tâbidir. Yine bunun gibi şakaklardaki saçlar da başa tâbidir. Fakat Hanefîler derler ki: Şakaklar-daki saçlar yüze tâbidir. Yıkanması farzdır.
3. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Hanefîlerde olduğu gibi bunlarda da parmak uçlarındaki kırışıklıkların arasını ve parmak uçlarını örtecek kadar uzanan tırnakların altını yıkamak vâcibtir. Bunlar derler ki: Aşırı miktarda çok olmadıkça tırnak altındaki pislikler afvolunan pisliklerdendir.
4. Başın tümünü meshetmek; Başın sının, ön tarafta alnın saç -bitim noktasından başlayıp geriye doğru giderek ense kökünde sona erer. Şakaklardaki tüylerle kulak köklerinin.üst kısmındaki tüysüz beyaz yer de baştan sayılır. Az olsun çok olsun uzamış olan saçların tümünü meshetmek vâcibtir. Bir kişi, saçlarını örmüş ise ve bu örgüsünü üç iple örmüş ise başını meshederken bunları çözmesi vâcibtir. Ama iki veya daha az sayıda iple örmüş ve örgüsü de sık ise meshederken çözmesi vâcib olur. Sık değilse önemi yoktur. Örgüsünü ipsiz olarak örmüş ise bu, ister sık ister gevşek olsun çözülmediği takdirde abdeste zararı olmaz. Başın meshi esnasında örgünün çözülmesi, bunun iple örülmüş olması şartına bağlıdır. İple örme, bazı köylülerde görülen bir âdettir. Şehir toplumunda yerleşmiş olan gelenek gereği saçları arkada örgüsüz olarak toparlamak veya ipsiz olarak örmek meshe zarar vermez. Önce de geçtiği gibi Hanefî Mezhebine göre, neresinde ve ne şekilde olursa olsun başın dörtte birinin meshedilmesinin yeterli olduğu bilinmektedir. Şafiî mezhebi bu hususta daha da toleranslı davranıp az olsun çok olsun, başın bir parçasının meshedilmesini yeterli görmüştür. Ki az ileride bunun açıklaması yapılacaktır. Bir kişi başını yıkasa bu, mesh yerine geçerli olur. Ne ki bu mekruh bir davranıştır. Zîrâ Allah, yıkamayı değil mesh etmeyi emretmiştir. Bir kişi başını meshettikten sonra tıraş olup saçını kestirecek olursa meshini yenilemesi gerekmez. Başın derisi soyulacak olsa bile yine meshi yenilemez. Bu, ittifakla böyledir. Kulakların dış kısmına gelince, baştan sayılmadığı dolayısıyla meshedilmeleri vâcib değildir. Bunda da ittifak vardır. Yalnız Hanbelîler kulakları başın bir parçası saymaktadırlar.
5. Ayakları mafsal yumru kemikleriyle birlikte yıkamak: Bunlar, bacağın alt kısmında ve ayakların üst tarafında bulunan çıkıntılı iki kemiktirler. Ayakların tabanındaki çatlakları yıkamak da vâcibtir. Bu hüküm, Hanefî mezhebinde de vardır. Ayakların yıkanması, farz olan kısmının tümü kesilmiş olursa Hanefî mezhebinde de olduğu gibi yıkama yükümlülüğü düşer.
6. Muvâlât: Buna çabuk davranma da denebilir. Bunu şöyle de tanımlayabiliriz: Abdest almakta olan bir şahıs, bir organ kurumadan diğerini yıkamaya geçmelidir.
Zaman, mekân ve mizaç normal olduğu takdirde bir organın kurumasını beklemeksizin bir sonraki organı yıkamaya başlamalıdır. Zamanın normal olmasından kasıt, suyun alışılmamış şekilde kurumasına sebebiyet vermeyecek bir mevsimde bulunulmamasıdır. Mekânın normal olmasından kasıt, suyu kurutacak derecede sıcak veya donduracak derecede soğuk bir yerde bulunulmamasıdir. Mizacın normal olmasından kasıt ise, kişinin yaratılışında suyun çabucak kurumasına yol açacak bir hararetin bulunmamasıdır.
Abdestin organları, bu organlar ister yıkananlar olsunlar (yüz, el ve ayak gibi), ister meshedilenler olsunlar (baş gibi) bunların biri kurumadan diğerine geçilmesi gerekir. Meselâ baş meshedildikten sonra hemence ayakların yıkanmasına geçilmelidir. Başın kurumasıyla diğer organların kurumasının süresi aynı olarak kabul edilmektedir. Muvâlâtın farz olmasının iki şartı vardır:
a. Muvâlâtın, abdest alanın hatırında olması lâzımdır. Ama unutur da ellerini yıkarsa, sonra da yüzünü yıkarsa bu sahîh olur. Ama bunu abdesti tamamlama esnasında hatırlayacak olursa niyetini yeniden yapması gerekir. Çünkü önceki niyeti, unutmaktan ötürü batıl olmuş olur.
b. Muvâlattan âciz olması, ama bunda da aşırılığa gidilmemesi: Meselâ abdest için suyunu yanına indirir ve bu suyun abdeste yeteceğine kanaat getirir de abdestini alırken diyelim ki yüzünü ve ellerini yıkadıktan sonra su. tükenir, abdesti tamamlamak için yeni suya ihtiyâç doğarsa, su gelinceye dek, yıkamış olduğu organlar kurursa bu durumda muvâlât, farz olmaktan çıkar. Yeni gelen suyla da abdestin geri kalan kısmını tamamlar. Yani başını meshedip ayaklarını yıkarsa aradan uzun bir zaman geçmiş olsa bile abdesti tamamlanmış olur.
Aşırılığa kaçmamaya gelince diyelim ki: Abdest suyunu yanına indirdiğinde bu suyun abdest için yeterli olacağından şüpheye düşer, yine de abdest almaya başladıktan sonra tamamlayamadan su tükenirse ikinci bir su gelinceye kadar da aradan epeyi zaman geçerse bu durumda önceden yıkamış olduğu veya meshettiği organların hükmü geçersiz olur. Abdeste yeniden başlar. Ama aradan kısa bir zaman geçerse abdestin geri kalan kısmını tamamlamakla yetinir.
7. Organları ovmak: Yıkanan organların üzerinde eli gezdirmeye ovmak denir. Ki bu, saçların ve parmakların arasını hilâllemek gibi farzdır.
Şafiiler dediler ki: Abdestin farzları altı tanedir:
1. Niyet: Burada niyetin tanımını ve şartlarını ele alacağız. Geri kalan bahisleri, Mâlikîlerin önce bahsettikleri şeylerden hemen hemen farksızdır. Ancak iki durum müstesnadır:
a. Mâlikîler derler ki: “Niyet eder etmez hemen abdeste başlanılır” diye bir şart ileri sürmek doğru değildir. Niyet edildikten sonra örfe göre kısa bir aralıktan sonra da abdeste başlanabilir. Fakat Şâfiîler böyle demeyip, “niyet ile abdestin ilk başlangıç cüzü birlik içinde olmalıdır” demektedirler. Abdestin farzlarının başlangıcı yüzü yıkamak olduğuna göre, yüzün yıkamaya ilk başlanılması anında abdeste niyet edilmesi gerekir. Eğer yüz, niyetsiz olarak yıkanacak olursa alman abdest geçersiz olur. Ama yüzün yıkanmasına başlanıldığında niyet edilir, fakat bu niyet, yüzün yıkanmasının sonuna kadar hatırda tutulmayıp unutulacak olursa abdest yine sahîh olur. Niyetin ilk başta yapılması yeterli olur. Çünkü yüzün tamamını yıkaymcaya kadar, niyeti hatırda tutmak şart değildir. Avuç içi yıkanırken, mazmaza ve istinşak yapılırken niyet edilirse bu niyet sahîh olmayıp alınan abdest de bâtıl olur. Ama mazmaza anında dudakların dış kısmını yıkarken niyet edilirse bu niyet sahîh olur. Çünkü dudaklar da yüzden sayılmaktadırlar. Sonra yüzden olması dolayısıyla, dudaklarını yıkayacak olursa, yüzünü yıkarken kişinin dudaklarını yeniden yıkaması gerekmez. Ama sadece yıkamak kasdiyle veya sünnet olduğu niyetiyle yıkayacak olursa yüzünü yıkarken dudaklarını yeniden yıkaması, mûtemed görüşe göre farz olur.
Eğer yıkanmasına engel olacak bir yara olduğundan ötürü yüz yıkanmayacak olursa bu durumda niyet, kolları yıkarken yapılır.
b. Abdest alırken hades halini gidermeye niyet etmek, Mâlikîlere göre de mutlaka sahîh olmaz. Böyle bir niyet, ancak sağlıklı ve bedeninde arızası bulunmayan bir insan tarafından yapıldığı takdirde sahîh olur. Ama sürekli olarak kendisinde sidik akıntısı bulunanlar gibi özür sahibi kimseler, böyle bir niyette bulunamazlar. Bulunsalar bile bu niyetleri sahîh olmaz. Bu gibi kimseler, abdest alırken ancak namaz kılma veya Mushaf´a dokunma veya bunlara benzer, abdestsiz yapılamayacak işlerin ruhsatını elde etmeye niyet edebilir. Çünkü bunlar abdest almakla hades hâlini ortadan kaldıramazlar. Abdest alırken, hades hâlini ortadan kaldırmaya niyet etseler bile hadesleri kalkmış olmaz. Ancak namaz kılmaları veya abdest almadan yapılamayacak işleri yapabilmeleri için sâri tarafından abdest almaları emredilmiştir.
2. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı, Hanefîlerde olduğu gibidir. Ancak Şâfiîler, çene altını yıkamanın da vâcib olduğunu söylemişlerdir. Ki Şâfiîler, bu hususta yalnız kalmıştırlar.
Uzun sakalın yüze tâbi olduğu ve dolayısıyla yıkanmasının vâcib olduğu hususunda Şâfiîler, Mâliki ve Hanbelîlere muvafakat etmişlerdir. Sakalın baştan sona yıkanması vâcibtir. Hanefîler buna muhalefet etmişlerdir.
Şakaklardaki kıllarla kulak köklerinin üzerinde bulunan tüysüz beyaz kısmın yüzden sayıldığı, dolayısıyla yıkanmasının vâcib olduğu hususunda Şâfiîler Hanefîlerle görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerle Hanbelîler, bunun tersi görüşe sahiptirler.
Saçın hİlâllenmesi meselesine gelince Şâfiîler, diğer İmamlarla görüş birliği yaparak şu yargıya varmışlardır: Saç eğer altındaki deri görülecek kadar seyrekse, suyun alttaki deriye ulaşması için hilâllenmesi vâcib olur. Yok, eğer çok sıksa sadece dış kısmını yıkamak vâcib olur. Ancak hilâllenmesi sünnettir.
Ancak Mâlikîler demişler ki: Sık saçları hilâllemek her ne kadar vâcib değilse de elle hareket ettirilmesi vâcibtir. Böyle yapmakla su, her ne kadar deriye ulaşmasa da saç tellerinin arasına girmiş olur. Hilâllemeye gelince bu vâcib değildir. Mezhep İmamları, seyrek saçların hilâllenerek suyun alttaki deriye ulaşması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Sık saçlara gelince, mezheb İmamlarından üçü, bu saçların sadece dış yüzünün yıkanılmasının yeterli olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Mâlikîler, dış yüzünü yıkamaya ek olarak saçların elle hareketlendirilmesini de gerekli görmüşlerdir. Bundaki maksat, saçların altındaki deriye suyu ulaştırmak değil de saçların rahatlıkla yıkanabilecek kısımlarının yıkanmasıdır.
3. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Bu konudaki detayların tümünde Şâfiîler, Hanefîlerle görüş birliği içindedirler. Ancak Şâfiîler bir hususta demişler ki: Tırnak altlarındaki pislikler, parmağın tırnak hizasındaki deriye suyun ulaşmasına engel oluyorsa bu pislikleri gidermek vâcib olur. Ancak Çamurlu işlerde çalışan işçiler, bu pisliklerin az olup parmak ucunu kaplamayacak kadar olması hâlinde muaf tutulmaktadırlar.
4. Az da olsa başın bir kısmını meshetmek: Başı elle meshetmek şart değildir. Kişi, eğer başına su serpecek olursa bu, mesh için yeterli olur. Başında saç bulunup bu saçın bir kısmını meshedecek olursa yine yeterli olur. Ama saçı uzayıp başından aşağıya inerse, baştan inen saçın bir kısmını mesh etmesi yeterli olmaz. Bizzat başın üzerine yapışık olan saçı meshetmek gerekir. Baş, meshedileceğine yıkanırsa bu, mesh yerine geçerli olur. Böyle yapmak her ne kadar mekruh değilse de meshedilmesi daha uygun olur.
5. Mafsal yumru kemikleriyle birlikte ayaklan yıkamak: Ayakların yıkanması hususunda Şâfiîler, önce anlatılan hususlarda Hanefîler ve diğerleriyle görüş birliği içindedirler.
6. Kur´an-ı Kerim´de zikredilen dört organ arasında tertibe uymak: Buna göre önce yüz yıkanacak, sonra da eller dirseklere kadar… Baş meshe-dilecek. Daha sonra da^ayaklar, mafsal yumru kemiklerine kadar yıkanacak. Bu tertibteki organlardan biri öne alınır veya geriye bırakılacak olursa abdest bâtıl olur. Bu hususta Hanbelîler, Şâfiîlerle görüş birliği içindedirler. Hanefîlerle Mâlikîler derler ki: Tertip farz değil sünnettir.
Hanbeliler dediler ki: Abdestin farzları altı tanedir:
1. Yüzü yıkamak: Yüzün uzunlamasına ve genişlemesine sınırı hususunda Mâlikîlerle görüş birliği içerisindedirler. Bunlar demişlerdir ki: Şakaklardaki saçlarla kulak köklerinin üst kısmındaki beyazlık yüzden değil de baştan sayılmaktadır. Vâcib olan, bunları yıkamak değil de meshetmektir. Ağız ile burnun içi hususunda tüm İmamlara muhalefet ederek buraların yüzden sayılacağı, dolayısıyla da mazmaza ve istinşak yaparak buraların yıkanmasının farz olduğunu söylemişlerdir. Niyet hususunda da diğer İmamlara muhalefet ederek niyetin, abdestin sıhhat şartlarından biri olduğunu söylemişlerdir. Her ne kadar bir farz olarak abdestin mâhiyetine dâhil değilse de niyetsiz alman abdest sahîh olmaz. Bilindiği gibi Şâfiîlerle Mâlikîler niyetin, abdestin farzlarından biri olduğunu, Hanefîlerse sünnet olduğunu kabul etmişlerdir.
2. Dirseklerle beraber elleri yıkamak: Hanefîlerin ve diğerlerinin de dedikleri gibi: Ellerin başlangıcından dirsek kemiklerinin çıkıntısının sonuna kadar yıkamak farzdır. Parmakların kırışıklıklarının arasını, parmak başlarının üstünü kaplayacak kadar uzayan tırnakların altlarını yıkamak da vâcibtir. Tırnakların altındaki az kirlerse muaf sayılır.
3. Başın tümünü meshetmek: Kulaklar baştan sayıldıkları için onları da meshetmek farzdır. Başın, alnın üst tarafındaki saç-bitim noktasından başlayarak ense köküne kadar tamamının meshedilmesi hususunda Hanbelîler, Mâlikîlerle görüş birliği etmişlerdir. Eğer saçlar boyuna veya omuza kadar uzanacak olursa sadece başın hizasında bulunan kısımları mesh edilecektir. Bastan artıp aşağıya inen kısımları meshetmek vâcib değildir. Malikîlerse, aşağıya sarkan saçların tümü meshedilecektir derler. Hanbelîler, bu hususta da onlara muhalefet etmişlerdir. Nitekim kulakları baştan sayan mez-heblere de muhalefet etmişlerdir. Başkalarının dediği gibi başın yıkanması, Hanbelîlerce de mesh yerine geçerli olur. Ancak baş yıkanırken elin, üzerine sürülmesi şarttır. Ama bilindiği gibi yine de bu mekruhtur.
4. Mafsal yumru kemikleriyle birlikte ayakların yıkanması: Bu kemikler, bacakların alt kısmında ve ayakların üstünde bulunan çıkıntılı iki kemiktirler. Diğer mezheblerde bu mevzuda anlatılan vâcibler, bu mezhebte de aynısıyla geçerlidirler.
5. Tertip: Yüz, kollardan önce yıkanmalıdır. Kollar, baştan önce yıkanmalıdır. Baş, ayaklar yıkanmadan önce meshedilmelidir. Bu tertibe uyulmadığı takdirde abdest batıl olur. Ki bu hususta bunlar, Şâfîîlerle görüş birliği içindedirler. Bu iki mezheb de tertibi abdestin farzlarından saymışlardır. Mâlikîler ile Hanefîler, bu farzlar arasındaki tertibin sünnet olduğu görüşündedirler. Meselâ abdest almakta olan bir şahıs, önce kollarını, sonra yüzünü yıkayacak olursa veya ellerini yıkamadan önce ayaklarını yıkayacak olursa bu abdest Mâlikîlere göre sahîh, Hanefîlere göre kerahetle birlikte sahîh, Hanbelî ve Şâfiîlere göre ise kökten bâtıldır.
6. Muvâlât: Mâlikî mezhebinde de anlatıldığı gibi muvâlât, acele davranmak anlamını ifade etmektedir. Buna göre muvâlât: Abdest alırken bir organ kurumadan diğerini yıkamaya başlamak demektir. Mâlikîlerin bu husustaki detaylı görüşleri ilgili bölümde anlatıldı. Şâfiîlerle Hanefîlere gelince bunlar derler ki: Muvâlâtın bu organlar arasında uygulanması sünnettir. Farz değildir. Bir organın kurumasından sonra öbür organı yıkamak mekruhtur. Sünnet odur ki: Sözgelimi yüz yıkandıktan sonra hemence elleri yıkamaya geçmelidir. Kollar yıkandıktan sonra da hemen baş meshedilmelidir. Ama eğer yüz yıkandıktan sonra suyu kuruması beklenir, sonra da kolların yıkanmasına geçilirse bu abdest, kerahatle birlikte sahîh olur. Ancak Şâfiîler demişler ki: Sürekli idrar akıntısı veya başka bir özrü bulunan kimsenin muvâlâtı uygulaması vâcibtir.[55]
Abdestin Farzlarına Dair Anlatılanların Özeti
Mezheb İmamları Kur´an-ı Kerîm´de zikrolunan dört farz üzerinde ittifak etmişlerdir. Ki bunlar da yüzün yıkanması, ellerin dirseklere kadar yıkanması, başın tümünün veya bir kısmının mesh edilmesi, mafsal yumru kemiklerine kadar ayakların yıkanmasıdır. Hanefîler diğer üç mezhebe muhalefet ederek bu dört farza hiçbir şey eklememişlerdir.
Sonra İmamlar, yüzün sınırıyla ilgili olarak da ihtilâf etmişlerdir. Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler demişler ki: Yüzün sının ön tarafta sacın (alın üzerindeki) normal bitim noktasından başlayıp sakalı olmayanlarda çenenin son noktasında nihayete erer. Sakalı olanlarda ise sakal kılının her ne kadar uzun olsa bile son uç noktasına kadar devam eder. Yalnız Şâfiîler demişler ki: Çenenin altı da yüzden sayılır. Yıkanması vâcibtir. Hanefîlerse, sakalı çene derisinden çıkıp uzayan kimsenin çene altını yıkaması vâcib değildir diyerek Mâlikî ve Hanbelîlerle görüş birliği etmişlerdir. Diğer taraftan kulak köklerinin üst kısmındaki tüysüz beyazlığın yüzden sayıldığı ve dolayısıyla yıkanması gerektiği hususunda Hanefîlerle Şâfiîler, Mâlikî ve Hanbelîlere karşı görüş birliği etmişlerdir. Çünkü bu sondaki iki mezheb bahse konu yerin baştan sayıldığı ve dolayısıyla meshedilmesi gerektiği görüşündedirler.
Karşıdan bakan birinin görebileceği kadar seyrek olup, dipteki derisi görülen saçları baş meshedilirken hilâllemek gerekir. Bütün mezheb İmamları bu hususta ittifak etmişlerdir. Maksat, suyun deriye ulaşmasıdır. Ama eğer saçlar sıksa sadece´dış kısmının yıkanması vâcibtir. Hilâllenmesi ise vâcib değil sünnet olur. Mâiikîlerse bu hususta şöyle derler: Sık saçları hilâllemek her ne kadar vâcib değilse de, suyun saç aralarına girmesi için saçların elle hareket ettirilmesi vâcib olur. Bu hareketlendirme sonucu su, saç aralarına girmezse de bunun abdeste bir zararı olmaz. Üç mezheb İmamı, kulakların yüzden sayılmayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak Hanbelîler bunlara muhalefet ederek kulakları yüzden saymışlar ve yıkanilmasının vâcib olduğunu söylemişlerdir.
Hanbelîlerle Mâlikîler, başın tümünün meshedilmesi hususunda ittifak etmişlerdir. Bunlara karşı Şâfiîlerle Hanefîler, sadece bir kısmını mesh etmek farzdır diyerek görüş birliği etmişlerdir. Bunlara göre başın tümünü meshetmek sünnettir. Şu da var ki: Şâfiîler, başın çok az kısmının meshedilmesi farzdır demişlerdir. Hanefîlerse başın dörtte birinin meshedilmesi -ki bu da kişinin el ayası kadardır- farzdır demişlerdir.
Mâlikîlerle Hanefîler, abdest organları arasında tertibe riâyet etmenin farz değil de sünnet olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Meselâ yüz yıkanmadan önce eller yıkanırsa abdest bâtıl olmaz. Hanbelîlerle Şâfiîler buna muhalefet ederek tertibin farz olduğunu söylemişlerdir.
Mâlikîlerle Şâfiîler görüş birliği sağlayarak niyetin farz olduğunu söylemişlerdir. Ancak niyetin vaktine ilişkin olarak ihtilâfa düşmüşlerdir. Mâlikîler, abdeste başlamadan örfen kısa sayıiauak bir zaman önce niyet etmenin sahîh olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir. Şâfiîlerse, yüzün yıkanmasına başlandığı anda niyet etmek zorunlu olarak gerekir, demişlerdir. Şayet yüzün yıkanmasına engel bir özür olursa bu durumda niyet, ellerin yıkanmasına başlandığı anda yapılmalıdır.
Hanbelîlerle Hanefîler yine görüş ayrılığına auşerek Hanbelîler, niyetin farz değil de şart olduğunu söylemişlerdir. Hanefîlerse sünnet olduğunu söylemişlerdir.
Şâfiîlerle Hanefiler görüş birliği yaparak muvâlâtın, yani bir organ kurumadan diğerini yıkamaya başlamanın farz değil de sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bunlara karşı Mâlikîlerle Hanbelîler de bunun farz olduğu hususunda görüş birliği sağlamışlardır. Mâlikîlerin buna ilişkin detaylı görüşleri daha önce de anlatılmıştır.[56]