Kur’an’da Hidayet ve Dalâlet Kavramları
Doç.Dr. H. Musa BAĞCI
Dicle Ünv. İlahiyat Fakültesi

            İnsanın iradesiyle ilgili olan hidayet ve dalâlet kavramlarının insan sorumluluğu açısından nasıl izah edileceği sorusu da tarihi süreç içerisinde sürekli tartışılmaktadır. Hemen belirtelim ki Kur’an’da bu kavramlarla ilgili pek çok ayet vardır. Allah’ın hidayete erdirmesi veya saptırması, insan iradesini hiçe saymak anlamına mı gelir? İnsanın dalâlete ve hidayete ermesinde Allah’ın müdahalesi var mıdır? sorularına cevap verilmesi gerekmektedir.
            Hidayet; rehberlik, yol gösterme ve irşat etmek gibi amacında hayır , güzellik ve iyilik bulunan, yapılışında yumuşaklık ve incelik mevcut olan bir rehberliktir.[1] Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın hidayete erdirmesinin, [2] peygamberlerin hidayete erdirmesinin,[3] insanların hidayete ulaştırmasının [4] kitapların doğru yolu göstermesinin ve beyan etmesinin [5] ve insanın doğru yola ulaşmasının, kendi hür iradesinin elinde olduğunu[6] gösteren ayetler vardır. “Sen sevdiğin kimseleri hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseleri hidayete erdirir.”[7]
            “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat o dilediği kimseyi sapıklıkta bırakır. Dilediğini hidayete erdirir. Yaptığınız ve yapacağınız işlerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”[8]
            Yüce Allah sorumlu tuttuğu herkese akıl, zeka, idrak vermek suretiyle hidayete erdirirken buna ilave olarak risaletle görevlendirdiği peygamberlerin insanları irşat ederek, müjdeleyerek ve uyararak doğru yola davetleriyle ilahi kitapları göndermek suretiyle hidayete ulaştırmaktadır.[9] Hidayet insanın dünyada yapmış olduğu tercihin neticesidir.[10] İnsanı hidayete götüren bir takım sebepler vardır ki, o bu sebeplere sarılmak durumundadır. Bu sebepler ise akıl, irade, peygamberler, kitaplar ve amel-i salihtir.[11] Kendi hür iradeleriyle bu sebeplere sarılanlar hidayete ererler.
            Dalâlet ise Yüce Allah’ın ayetleriyle, işaretleriyle ve hatta peygamberleriyle haber verdiği doğru yoldan sapmak, ayrılmak ve bu doğru yolu terk etmektir.[12]
            Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın saptırdığını,[13] insanların birbirlerini dalâlete sürüklediğini [14] insanların dalâlete düşmelerinin yine kendi hür iradelerine bağlı olduğunu,[15]insanları şeytanın,[16] putların[17] ve cinlerin[18] saptırdığını gösteren ayetler bulunduğu gibi insanların davranışları neticesinde dalâlete düştüklerini ortaya koyan ayetler de vardır.[19] Ayrıca tebliğ ve imar göreviyle vazifelendirdiği Peygamberler gelmedikçe Allah’ın insanları sorumlu tutmayacağı ile ilgili ayetler de mevcuttur.[20]
            Kur’an’ın “Allah istediğini hidayete, istediğini dalâlete sürükler” veya “Allah bazı insanların kalplerini hakikate karşı mühürlemiştir”[21] ve saire gibi ifadeleri sık sık kullandığı bir gerçektir. Ama bundan çok fazla tekrarladığı şudur: Allah adaletsize doğru yolu göstermez” “Allah haddi aşanları hidayete erdirmez” Allah takva sahibi olanları, dinleyen ve ihlaslı olanları doğru yola iletir”[22] ve yine “onlar eğrilince Allah da onların kalplerini eğriltti.”[23] Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki insan hidayeti ve dalâleti hak edecek bir şeyler yapmaktadır.[24]
            Allah’ın saptırmasıyla ilgili ayetlere bakıldığında ilk anda bunlar insanı doğru yola götürenin veya sapıklığa düşürenin Allah olduğu imajı ve intibaı uyandırmaktadır. Bu ayetleri bir bütünlük içerisinde diğer ayetlerle birlikte düşündüğümüz zaman, dalâlete düşen, kendi azgınlığı, haddi aşması, adaletsizliği, inkarı ve cahilliği nedeniyle sapmıştır, hidayete eren ise imanından, taatinden takvasından ve doğruyu dinleyip ihlaslı olmasından dolayı doğru yolu, hidayeti bulmuştur. Yoksa Allah onları hiçbir neden olmaksızın saptırmış veya hidayete erdirmiş değildir.
            Netice itibariyle, Yüce Allah doğru yolu gösterecek peygamberler göndermiş, bunlara inzal ettiği kitaplarla hakkı, doğruyu, güzeli öğreterek iman edip itaat edenlerin kurtuluşa ereceğini, bunun aksine inkar edenlerin, itaatsizlerin haddi aşanların bedbaht olacaklarını akıl sahiplerine bildirmiştir.[25]Kısaca Allah’ın hidayeti, peygamber ve kitap göndermesi, Allah’ın saptırması ise; Allah’ın gönderdiği peygamberlere ve kitaplara karşı insanın olumsuz tavır takınmasıdır.[26]
            Kalplerin Mühürlenmesi
            İnsanın iradesini selbeder görünen ve genellikle yanlış yorumlanan Allah’ın kalpleri mühürlemesi meselesine de temas etmeden geçmemek gerekir. Kur’an’da hateme, tabea, leane kelimeleri aynı anlama gelmekte olup “mühürledi” anlamını ifade etmektedir. Mühürleme kavramından Allah insanları saptırdığı zaman, kendilerinin içinde bulundukları körlük durumunu, yani Allah’ın uyarılarını anlamaktan aciz olma halini, yahut Allah’ın onları terk etmesini (hızlan) anlamak gerekir. Bu durum bazen Allah’ın bu kişilerin kalplerine mühür vurması, yahut kilit vurması ifadeleriyle veyahut da benzeri mecazi ifadelerle anlatılır. Bazen de bu durum sadece ilahi kudretin bir icrası olarak dile getirilir, fakat başka zamanlarda bu, insanın küfrünün bir neticesi olarak anlatılır.[27] Bu konuyla ilgili ayetler de Kur’anî bütünlük ve siyak ve sibak ilkeleri göz önüne alınmadan tek başına ele alındıkları takdirde yanlış anlamaya musait görünmektedir. Örneğin bazı ayetlerde insanların kalplerini bizzat Allah’ın mühürlediği,[28]Allah’ın kalplerini katılaştırdığı,[29] Allah’ın kulaklarına ağırlık koyduğu,[30] Allah’ın kalplerini çevirmesi,[31] kalplerini perdelemesi, örtmesi,[32] ifadeleri geçmektedir. Eğer bu ifadeleri Kur’an’ın genel bütünlüğü içinde anlamaz ve her bir ayeti dar bir çerçevede ve tek başına değerlendirmeye kalkarsak, yanlış sonuçlara varmamız kaçınılmaz olacaktır. Söz konusu ayetleri şu ayetlerle birlikte düşünmek ve değerlendirmek zorundayız. Allah insanların kalplerini kendi davranışları sonucunda mühürlemekte[33] ve insanların davranışları neticesinde kalplerini katılaştırmaktadır.[34] yani bu insanların inkarları,[35] haddi aşmaları,[36] mütekebbir ve gaddar olmaları,[37] nefsi arzularını ilah edinmeleri,[38] ve ona tabi olmaları,[39] önce imanı seçip sonra küfre düşmeleri,[40] gibi nedenlerden dolayı Allah’ın onların kalplerini mühürlediği ve dolayısıyla sapıklığa düştükleri ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Allah: “Biz insanları hangi yöne isterse çeviririz.”[41] “Bir millet kendisini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”[42] ve “İlkin ona inanmadıklarından dolayı gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz.”[43] buyurarak insanların kendi yollarını kendilerinin tayin edeceğini belirtmiş olmaktadır.
            Gerçekten ilgili ayetler siyak ve sibak çerçevesinde ele alındığında durup dururken insanların kalplerinin mühürlenmesinin söz konusu olmadığı, aksine yapıp ettiklerinin sonucunda böyle bir hale düştükleri açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca kalpleri mühürlenen insanların iman tarafını seçip seçmemekte tamamen serbesttirler.[44]
            Görülüyor ki Kur’an, Allah’ın rasgele insanların kalplerini mühürlediğini ileri sürmemekte, aksine genellikle insanların kendi davranışlarından dolayı Allah’ın böyle yaptığını söylemektedir.[45]
            Sonuç olarak Allah insanları sorumlu, hür ve irade sahibi bir varlık olarak yaratmış ve bu dünyada bir sınava tabi tutmuşken, onların elini ayağını, kulağını, kalbini bağlaması ve hiçbir şey yapamaz hale getirmesi düşünülemez. Bu Allah için büyük bir haksızlık olurdu. Şayet bu ayetler cebir ifade etseydi, dinin getirmiş olduğu esasların ve yükümlülüklerin anlaşılması mümkün olmazdı. O açıdan nereden bakılırsa bakılsın, Kur’an’da cebir ifade eden, insanın iradesini ve hürriyetini ortadan kaldıran bir ifadenin olmadığını söylemek mümkün görünmektedir.
 


[1] Cihad Tunç, İslâm Dinine Göre Hidayet ve Dalalet, E.Ü.İ.F. der. VI, 25.
[2] 2, Bakara, 123, 264 ; 24, Nur, 46 ; 28, Kasas, 56 ; 35, Fatır, 8 ; 39, Zumer, 23.
[3] 19, Meryem, 43; 43, Şura, 52; 64, Teğabun, 6 ; 79, Nâzi’ât, 19.
[4] 14, İbrahim, 21; 40, Gâfir, 38; 20, Taha 77; 32, Secde, 24, 26.
[5] 2, Bakara, 2, 53, 97, 185; 3, Ali İmran 4, 103; 5, Maide 44, 46; 6, En’am, 91; 17, İsra, 9; 23, Mu’minun, 49 ; 39, Zumer, 41; 46, Ahkaf, 30 ; 72, Cin, 2.
[6] 2, Bakara, 137 ; 3, Ali İmran, 101 ; 10, Yunus, 9, 108 ; 16, Nahl, 104 ; 17, İsra, 15 ; 24, Nur, 54; 39, Zumer, 3 ; 40, Gâfir, 28 ; 42, Şûra, 13; 61, Saf, 5 ; 62, Cuma, 5.
[7] 28, Kasas, 56.
[8] 16, Nahl, 93 ; 6, En’am, 111, 137 ; 10, Yunus, 99 ; 22, Hacc, 14 ; 32, Secde 13.
[9] Tunç, a.g.m, VI, 29.
[10] 20, Taha, 123 ; 29, Ankebut, 69; 42, Şura 13.
[11] Seyyid Sabık, el-Akaidu’l-İslâmiyye, s. 106.
[12] Tunç, a.g.m, s. VI, 31.
[13] 7, A’raf 155, 186 ; 13, Ra’d 27, 33 ; 14, İbrahim, 4 ; 16, Nahl, 37, 93; 35, Fatır, 8 ; 74, Müddessir, 31.
[14] 6, En’am, 116, 119, 144 ; 7, A’raf, 38 ; 20, Taha, 79, 85 ; 26, Şuara 99 ; 33, Ahzab, 67 ; 71, Nuh, 24, 27; 5, Mâide, 77.
[15] 3, Ali İmran, 69 ; 2, Bakara, 16, 175 ; 5, Maide, 105, 140 ; 14, İbrahim, 4 ; 27, Nebe’, 92.
[16] 4, Nisa, 60, 119 ; 19, Meryem, 83 ; 22, Hac, 44 ; 25, Furkan, 29 ; 27, Neml, 24 ; 36, Yasin 62.
[17] 14, İbrahim, 36 ; 25, Furkan, 17 ; 20, Taha 92, 93.
[18] 41, Fussilet, 29.
[19] 4, Nisa, 44, 136, 167 ; 5, Mâide, 12 ; 33, Ahzab, 36 ; 40, Gafir, 34 ; 60, Mumtehine, 1.
[20] 9, Tevbe, 115 ; 16, Nahl, 36 ; 20, Taha, 123 ; 28, Kasas, 50 ; 39, Zümer, 23 ; 41, Fussilet, 17 ; 76, İnsan, 3 ; 92, Leyl, 12,13.
[21] 2, Bakara, 8, 142, 213, 272 ; 14, İbrahim, 4 ; 16, Nahl, 93 ; 24, Nur, 35 ; 28, Kasas, 56 ; Rum, 29 ; 35, Fatır, 8.
[22] 2, Bakara, 26, 258, 264 ; 3, Ali İmran, 86 ; Maide, 16, 51, 67, 108 ; A’raf, 88, 144 ; Tevbe, 19, 21, 37, 80, 109 ; Yusuf, 52 ; Ra’d, 27 ; 16, Nahl, 37, 107 ; 35, Kasas, 50 ; Zumer, 3; Mu’min, 28 ; Şura, 13; Ahkaf, 10 ; 61, Saf, 7.
[23] 61, Saf, 5 ; 62, Cuma, 5 ; 63, Munafikun, 6.
[24] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 64.
[25] Tunç, a.g.m, VI, 38 ; Ebu Bekir Seyyid Salih, el-Advau’l-Kur’aniyye fî iktisahi’l-ehâdîsi’l-İsrâiliyyeti ve tathîri’l-Buharî minha, s. 216.
[26] Akbulut, İlk Devir Siyasi ve İçtimai Problemler, s. 292.
[27] W. Montgomery Watt, İslâm’ın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader, (Çev: Dr. Arif Aytekin), Kitabevi, ist, 1996, s. 25.
[28] 2, Bakara, 7 ; 45, Câsiye, 23; 16, Nahl, 108 ; 6, En’am, 46.
[29] 5, Maide, 13.
[30] 6, En’am, 25 ; 18, Kehf, 57.
[31] 6, En’am, 110 ; 9, Tevbe, 117.
[32] 2, Bakara, 88 ; 6, En’am, 25 ; 18, Kehf, 57 ; 17, İsra, 46.
[33] 4, Nisa, 155 ; 9, Tevbe, 93 ; 10, Yunus, 74 ; 30, Rum, 59 ; 40, Gâfir, 35 ; 63, Munafikun, 3.
[34] 2, Bakara, 74 ; 6, En’am, 43 ; 22, Hac, 53 ; 39, Zümer, 22.
[35] 4, Nisa, 155 ; A’raf, 101 ; 16, Nahl, 108.
[36] 10, Yunus, 74.
[37] 40, Gafir, 35.
[38] 45, Casiye, 23.
[39] 47, Muhammed, 16.
[40] 63, Münafikun, 3.
[41] 4, Nisa, 115; 8, Enfal, 53; 13, Ra’d, 11.
[42] 13, Ra’d, 11.
[43] 6, En’am, 110.
[44] 4, Nisa, 155 ; Halis Albayrak, Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri, s. 100.
[45] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 73.

Yorum bırakın