Darb ve Recm

 

Soru:

Kur’an’da Nisa suresi 34. ayette geçen fadribuhunne diye bir kelime var. Bu kelime arapçada otuza yakın anlama gelmektedir. Kimi meallerde dövün, kimi meallerde ise uzaklaştırın, ayrı yerde bulundurun manasında kullanılıyor, hangisi doğrudur? Ayrıca etimolojik olarak uzaklaştırın diye çevirenler nisa suresinde 101. ayette bu kelimenin uzaklaştırın diye geçtiğini, boşanmaya gitmeden ön tedbirler için ayetin indirildiğini, kocanın halledememesi durumunda 35. ayette akraba, arkadaşlardan hakemlerin getirilmesi gerektiğini, sonuç alınamazsa boşanma olacağını dile getiriyor. Rum 21′de ise eşler arası sevgi ve merhamet varsa dayağın olamayacağı, kesinleşmiş zinada ancak dövme uygulanabileceğini söylüyorlar (Yaşar Nuri Öztürk İslam nasıl yozlaştırıldı ve Hüseyin Hatemi İlahi Hikmette Kadın adlı eserleri). Son olarak da erkeğin nuşuzunda ise nisa 128′de sulh varken 34. ayette niye dayak var? Üstelik kadının dövülmesi kadını daha da hırçınlaştıracağı gerçeği varken! Hz. Peygamberin de hiçbir hanımına fiske vurmadığı nedenleriyle de olaya bakılırsa, işin özeti kadın dövülemeyeceği dile getiriliyor. Ayrıca dövün diye çevirenler örneğin Prof. Mehmet Dağ Hoca ise fadribuhunne kelimesi -an takısı almalı ki -den-dan uzaklaştırmak manasına gelsin. Böyle birşey olmadığı için ayet kadını dövün diye çevrilmelidir. Darabe kelimesi bu manaya gelir yorumu da var. Özetle Hocam sizin bu konuda görüşünüz nedir?

Ayrıca Ebubekir Bey Recm konusunda bazı yazarların ısrarlı savunmaları var benim bu konuda da merak ettiklerim bulunmakta, yanıtlarsanız sevinirim.

1.Kur’an’da Yüce Allah’ın zinadan bu kadar söz ederken recmden niye söz etmiyor? Sonuçta 100 sopa cezası da varken bu durumda Kur’an’da olmayan birşey sünnette nasıl var olabiliyor? Allah’ın Kelamı eksik olamayacağına göre bunun mantığı nedir?

2.İslam’da suç misliyle cezalandırılırken -cinayette kısas örneğinde olduğu gibi- zinada ise recm ile ölüm cezası verilebiliyor. Bunu da anlamış değilim bu çelişki değil mi?

3.Son olarak Kur’an’da zina eden erkek ve kadınla evlenmek yasak. Ayrıca zina eden erkek ve kadının yine zina eden biriyle evleneceğine dair hükümler var. Buradan zina edene yaşama hakkı tanındığını görüyoruz. Aksi durumda evlenmek yasak ya da zinakar, zina edenle evlenir durumu çelişirdi. Malum, ölüyle evlenilemeyeceğine göre bu ayetler başka türlü anlaşılmazken recmi hala nasıl savunuyorsunuz yanıtlarınızı bekliyorum, saygılarımla.

Cevap

4/en-Nisâ, 34. ayeti nüşuzundan endişe edilen kadın hakkında koca tarafından aşamalı olarak üç tedbire başvurulacağını hükme bağlıyor: Nasihat, yatağında yalnız bırakma ve dövme.

Dikkat çekici bir durum var: Ayette sözü edilen aşamalı tedbirler arasında –ilk ikisi her nedense atlanarak– sadece üçüncüsü üzerinde duruluyor. Elbette burada “şiddet” içeren bir hüküm bulunduğu, dolayısıyla Allah Teâlâ’nın böyle bir şey emretmiş olamayacağı tarzında bir akıl yürütme söz konusu.

Ancak meselenin sadece bu yönü üzerinde duranlar ve buradaki “fa’dribûhunne” hükmünü etimolojik tahliller, hermenötik atraksiyonlar ve daha başka türlü ayak oyunlarıyla “çağdaş aklın kabul edebileceği” noktaya getirme gayretiyle hareket edenler, gerçekten meseleyi çözmüş oluyor mu?

Birisi kalkıp, “Efendi, esasen burada baştan eşitsiz bir durum var; sen niçin onu söz konusu etmiyorsun da, buradaki “darabe”nin anlamları üzerinden durumu kurtarmaya çalışıyorsun? Bu ayette nüşuzundan endişe edilen kadına kocası tarafından bir dizi tedbirin uygulanacağı hükme bağlanırken, aynı surenin 128. ayetinde kocasının nüşuzundan endişe eden kadına herhangi bir yaptırım uygulama hakkı vermeksizin, sadece “arayı bulma” tavsiye ediliyor. Kadın aleyhine işleyen bu eşitsizlik üzerinde niçin durmuyorsun?” diyecek olsa, kim ne diyebilir?

Dolayısıyla aslolan, Kur’an ve Sünnet ahkâmını çağdaş kabuller ve değer yargılarını esas alarak “yorumlamak” değil, olduğu gibi kabul etmektir. Uygularsınız veya uygulamazsınız, o ayrı mesele. Herkes yarın ahirette kendi hesabını kendi verecektir. Ama mü’min, Allah ve Peygamber’le pazarlık yapmaz. Pazarlık yapan mü’min olamaz! Mü’min iman eden ve teslim olan insandır ve bu mesele de iman ve teslimiyetin keskin bir şekilde test edildiği meselelerden birisidir!

“Darabe” fiilinin “çok anlamlı” bir fiil olduğu doğrudur. Kur’an’da muhtelif kipleriyle 59 yerde geçen bu kelimenin, geçtiği yerlerde bağlama göre farklı anlamlar ifade ettiği de doğrudur. Ancak bu, mezkûr kelimenin geçtiği her bir yerde ifade ettiği anlamın “kafamıza göre” tayin edilebileceği anlamına gelmez.

Soru metninde Prof. Dr. Mehmet Dağ’a atfen yer verilen tesbit gerçeği ifade etmektedir. Sadece “darabe” fiili değil, Arapça’daki kelimelerin hemen tamamı, farklı edatlara veya mef’ullere/tümleçlere göre farklı anlamlar ifade eder. Bunların kimi hakikat, kimi mecazdır.

Birkaç örnek:

Darabe: Vurdu; dövdü; sür’at yaptı; uzadı; hareket etti; oynadı; seyahat etti; ticaret, gaza vb. bir sebeple bir yerden bir yere gitti.

Darabe bi nefsihi’l-ard: Bir yerde ikamet etti, kaldı.

Darabe bi yedihî: Eliyle işaret etti.

Darabe alâ yedeyhi: Tuttu, engel oldu, kesinleştirdi, ifsad etti.

Darabe an…: …den yüz çevirdi.

Darabe beynehû: …den uzaklaştırdı.

Darabe’ş-şey’e bi’ş-şey’: Bir şeyi başka bir şeye kattı, karıştırdı.

Darabe fi’l-mâi: Suda yüzdü.

Darabe bi zekanihi’l-ard: Korktu.

Darabe’l-akrebu: Akrep (bir kimseyi) soktu…

Örnekleri artırmak mümkün. Daha detaylı bilgi isteyenler Tâcu’l-Arûs gibi, Kamus Tercemesi Okyanus gibi mufassal lügatlere bakabilirler.[1]

Dolayısıyla bu kelimeye keyfemâşâ’ anlam vermek demek, cümleyi kendi istediği gibi kurmak demektir. Oysa Allah Teâlâ’nın kelamı, biz onu yeniden anlamlandıralım, kendi anlayışlarımızı ona söyletelim diye değil, sabit anlamlarının ihtiva ettiği hakikatleri benliğimize yerleştirerek teslim olalım diye indirilmiştir.

Unutmayalım, Ehl-i Kitap da kendi kitaplarını –başka değil– tam da bu tarz mülahazalarla tahrif etmişlerdir. İçlerine sindiremedikleri, izah edemedikleri, zor buldukları, ele-güne izah edilemez gördükleri hükümleri kimi zaman Kitap’tan çıkararak, kimi zaman bağlamlarını tahrif ederek, kimi zaman da yorum metoduyla devre dışı bırakarak “hevalarına uygun” dinler ortaya çıkarmışlardır…

Söz buraya gelmişken Ehl-i Kitab’ın, kendi kitaplarını tümüyle reddetmemiş oldukları gerçeğine de dikkat çekmemiz gerekiyor. Adı “Tevrat” olan, “İncil” olan, hakiki Tevrat ve İncil’den cümleler, pasajlar taşıyan, ama muhtevasında Ehl-i Kitab’ın ileri gelenlerinin heva ve heveslerinin de yer bulduğu kitaplardır onlar.

Modern dönemde Müslümanların Kur’an’la ilişkisi, bilhassa Yahudilerin Tavrat üzerinde gerçekleştirdiği tasarruflarla gerçekten çarpıcı bir benzerlik gösteriyor. Günümüzde meal çalışmalarının önemli bir kısmının arz ettiği görüntü, hahamların Tevrat’ı tuttuğu muameleden farklı değildir. “Ben böyle anlıyorum” tavrıyla Kur’an’ı heva kaynaklı “özgürlük” algısının kurbanı kılanlar, etki alanlarını Kur’an merkezli söylemlere ular elbette…

“Darabe” fiilinin hakiki ve mecazi anlamlarına bağlı kullanımları bağlamında lügatlerin dikkatimizi çektiği bir husus var: Bu kelimenin hakiki anlamı “vurmak”tır ve mecazi kullanımlarının tamamında “vurmak”la mutlaka bir biçimde ilişkili bir durum vardır.[2]

Bir önceki yazıda zikrettiğim örneklerden bir kaçı üzerinden bu durumu tahkik edebiliriz:

Söz gelimi “Darabe bi nefsihi’l-ard” tabiri “bir yerde ikamet etti, kaldı” anlamındadır. Bu tabirin birebir kelime anlamı: “Kendisini yere vurdu”dur. Kişi herhangi bir mekânda kendisini yere vurduğu, ağırlığını oraya verdiği, orada sabit kaldığı zaman “orada durmuş, yerleşmiş, kalmış” olacaktır. Buradan hareketle mecazi anlam “Bir yerde yerleşip kalmak” olarak ortaya çıkacaktır.

Bir diğer örnek: “Darabe bi yedihî”: Bir kimse elini uzaktan bir yere doğru uzattığı ve orada sabit tuttuğu zaman elini oranın üzerine koymuş (gibi) olur. Buradan hareketle bu tabir, “Eliyle işaret etti” anlamını kazanacaktır.

Bir başka örnek “Darabe alâ yedeyhi”: Bir kimse bir şeye elini uzattığında bir başkası onun el(ler)ine vurursa, onun, el uzattığı o şeyi almasına engel olmuştur. Yahut bir kimse ıslah etmek veya amacı doğrultusunda kullanmak/istihdam etmek amacıyla bir şeye elini uzatır, bir başkası da onun eline vurarak buna mani olursa, fiili ifsat etmiş/bozmuş olur. Buradan hareketle bu tabirin, “Tuttu, engel oldu, kesinleştirdi, ifsad etti” anlamlarını kazanması son derece anlaşılabilir bir husus olarak tebellür etmektedir.

Şu halde “Hakikatten mecaza dönmemizi gerektiren herhangi bir delil olmadıkça kelamda/sözde aslolan hakikattir/hakiki anlamdır” kaidesinden hareketle 4/en-Nisâ, 34. ayetindeki “fa’dribûhünne” ifadesinin hakiki anlamda “dövmek” olduğunu söylediğimizde, “darabe” fiilinin bu hakiki anlamdan kaynaklanan mecazi anlamlarını/kullanımlarını öne sürerek hakiki anlamın önüne geçilemez. Bu ancak bir şekilde mümkündür: Usul’ü, kaideyi, dilin kullanımlarını, mantığı, iletişimin tabii/zaruri ilkelerini, Kur’an’ı, Sünnet’i… kendi heva ve heveslerimizden başka bir dayanağı/gerekçesi olmayan saçma sapan tevillere kurban etmeyi ilke edinmek…

Mevzumuza dönelim…

Bu ayette anlatılan durum, nüşuzundan endişe edilen kadınla kocası arasında cereyan etmesi gereken süreçle ilgilidir. Bu aşamada eşler arasındaki münasebet henüz “şikak” noktasına gelmemiştir. Eşler, aralarındaki anlaşmazlığı kendi aralarında çözebilecekleri iletişim ortamını henüz kayıp etmemişlerdir.

Eşler aralarındaki problem(ler)i kendi aralarında çözemezlerse durum ne olacak?

İşte bu durumda 4/en-Nisâ, suresinin 35. ayetinde ifade buyurulan durum gündeme gelecek. Yani eşler arasındaki problem, eşlerin arasının tamamen açılmasına (şikak) gelip dayanmışsa, her ikisinin ailesinden aklı başında, görmüş-geçirmiş, dirayet ve fetanet sahibi insanlar devreye girecek ve problemi bir kez de onlar kendi aralarında görüşecek. Ola ki eşlerin göremediği çözüm yolları vardır ve o çözüm yollarını o hakemler görür…

Onlar da meseleyi görüşürken eşlerin arasını bulup aile yuvasının devamından yana tavır sergileyecek, meseleyi bu çerçevede hal yoluna bakmanın gayreti içinde olacaklar.

Bu da olmazsa o yuva artık devam edemeyecek demektir ve bu aşamada boşanma süreci devreye girecektir.

Bir kere daha tekrar edelim, 34. ayette ifade buyurulan hususlar, eşler arasındaki ilişkinin henüz kopma noktasına gelmediği, hal yoluna girme ihtimalinin kopma ihtimalinden daha güçlü olduğu durumlarla ilgilidir.

Recm Meselesi

Okuyucu sorusunun recmle ilgili kısmına gelince;

Genellikle recm bağlamında ileri sürülen bir argüman soru metninde de yer almış: “Kur’an’da Yüce Allah zinadan bu kadar söz ederken recmden niye söz etmiyor? Sonuçta 100 sopa cezası da varken bu durumda Kur’an’da olmayan birşey sünnette nasıl var olabiliyor? Allah’ın Kelamı eksik olamayacağına göre bunun mantığı nedir? “

İlk bakışta “mantıklı” gibi duran bu soru, Usul açısından Kur’an-Sünnet ilişkisi bağlamında çok anlamlı değil. Zira neyin Kur’an’da yer alacağına ve neyin Sünnet’e havale edileceğine bizim karar verebileceğimiz gibi bir ön kabul var bu sorunun kurgusunda.

Meseleyi birkaç örnek üzerinden irdeleyelim:

Kur’an, İslamî devlet modelinin nasıl olması gerektiği konusunda herhangi bir talimat içermemektedir. Şûrâ’dan, adaletten.. vb. bahseden ayetler devletin “modeli”yle ilgili değildir. Bu son derece önemli mesele Sünnet tarafından açıklığa kavuşturulmuştur.

Durum böyle olmasına böyledir; ama tam bu noktada meseleyi “kendisi olarak” algılamamızı engelleyen modern refleks, “Kur’an bir yönetim modeli getirmemekle meseleyi Müslümanların içtihadına, çağın gereklerine… vs. havale etmiştir” diyerek dikkatimizi başka noktalara çeler.

Dolayısıyla dikkatimizin çelinmesine izin vermeyelim ve sorulması gereken esas soruyu soralım: Yönetim modeli önemsiz bir mesele midir ki, miras taksimatını en ince detaylarına kadar düzenleyen Kur’an-ı Hakim bu noktayı sükût geçmiştir?

Bir diğer örnek abdest ve namazdır. Kur’an’da abdestin nasıl alınacağı detaylı bir şekilde anlatıldığı halde[3], hatta teyemmüm tarif edildiği halde[4] namaz hakkında herhangi bir detaya yer vermemiştir. Namazla ilgili bütün detaylar Sünnet-i Seniyye tarafından gösterilmiştir. Oysa ne abdest ne de teyemmüm namazla kıyaslanabilir önemdedir!

Kur’an’da geçmeyip de Sünnet’in teşri kıldığı hususlara bir diğer örnek “sefer/yolculuk namazı”dır. Yolculuk halinde 4 rek’atli farzları 2′şer rek’at kılmak önemsiz bir mesele midir?..

Şu halde “bu kadar önemli bir husus Kur’an’da zikredilmeliydi” tarzındaki bakış açısının Usul açısından herhangi bir geçerliliği yoktur!..

Sorunun bir kısmında da zina için Kur’an’da zaten 100 sopa cezası belirlendiği halde, Sünnet tarafından nasıl olup da başka bir cezanın belirlenebildiği sorgulanıyor.

Biliyoruz ki Sünnet Kur’an’ın umumunu tahsis, mutlakını takyid eder. Zina edenlere 100 sopa cezası getiren ayet[5] zina eden herkesi içine alan umumî bir ifade taşımaktadır. Bu umumî ifade Sünnet tarafından kimi noktalarda tahsis edilmiş, ihtiva ettiği umumî hüküm, bir kısım zanilere tahsis edilmiştir.

Sünnet’in Kur’an’ın umumunu tahsis, mutlakını takyid edeceği, recm hükmüne itiraz edenler tarafından da zımnen veya açıkça kabul edilmektedir. Söz gelimi “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman…”[6] ayetinde “namaz” mutlak olarak zikredilmiş, hangi namaz için yapılan çağrının kastedildiği belirtilmemiştir. Sünnet bu mutlak ifadeyi “Cuma namazı” için yapılan çağrı (ezan) şeklinde kayıt altına almıştır.

Keza 5/el-Mâide, 5. ayetinde zikredilen, “Ehl-i Kitab’ın muhsan kadınları” ifadesinde mü’minlerin kendileriyle evlenmesi helal kılınan kitabî kadınların herhangi bir vasfı belirtilmemiş, yani ifade mutlak bırakılmış, Sünnet, harbî kitabîleri dışarıda bırakarak bu ibahayı zimmî kitabî kadınlarla takyid etmiştir.

“Hırsızlık yapan erkeğin ve hırsızlık yapan kadının… ellerini kesin”[7] ayetinde çalınan malın değeri zikredilmemiş, hüküm umumî olarak bırakılmıştır. Sünnet, çalınan malın değeri 4 dinarın altındaysa el kesme cezasının uygulanmayacağını hükme bağlayarak Kur’an’ın bu umumunu tahsis etmiştir.

Yine aynı şekilde Kur’an’da, evlenilmesi haram olan kadınlar bir bir sayıldıktan sonra, “Bunların dışındaki kadınlar… size helal kılındı” buyurulmuştur. Sünnet, kişinin evli bulunduğu kadının halasını ve teyzesini bu hükümden istisna tutarak ayetteki “bunların dışındaki kadınlar” ifadesinin umumunu tahsis etmiştir.

Dolayısıyla bütün bu konularda Sünnet’in Kur’an’ın umumunu tahsis, mutlakını takyid ettiğini söylerken/kabul ederken, aynı Sünnet’in 24/en-Nûr 2 ayetindeki 100 sopa cezasını bekâr zanilere tahsis etmesine itiraz etmek tutarlı değildir.

Yine zikrettiğim bu hususlar, meselenin “Allah’ın Kitabı’nda eksiklik-fazlalık” bulunması gibi bir bakış açısıyla ele alınamayacak kadar teknik ve hassas olduğunu ortaya koymaya yeterlidir.

Okuyucunun recmle ilgili ikinci sorusu şöyleydi:

“İslam’da suç misliyle cezalandırılırken -cinayette kısas örneğinde olduğu gibi- zinada ise recm ile ölüm cezası verilebiliyor. Bunu da anlamış değilim bu çelişki değil mi?”

Doğrusu recmin zina suçu için “ağır” bir ceza olduğunu hangi kritere dayanarak söylediğimiz hayli önemli. Önemli, zira hukuk felsefesinin önemli alanlarından birini, belki birincisini oluşturan “suç-ceza dengesi” meselesi suça ve cezaya hangi açılardan bakıldığıyla doğrudan ilişkilidir.

Herşeyden önce bir noktanın altını çizelim: Seküler bir bakış açısıyla yapılacak “suç” ve “ceza” tarifi, elbette İslamî açıdan yapılacak tariflerle bağdaşmayacaktır. Söz gelimi İslam, keffaretlere, “suçun vebalini temizleyici” unsur olarak bakar. Bir kimse keffareti mucip bir suç işlemişse, o suçun vebali, manevi kiri ve ağırlığı ancak o suça keffaret olarak belirlenmiş cezanın icra ve infazıyla temizlenebilir.

Bu açıdan baktığımızda, “büyük günahlar” kategorisine giren zina fiilinin kişinin manevi hayatında ve ruhunda oluşturacağı leke, ancak o suçu “günah” olarak işaretleyen iradenin öngördüğü cezanın uygulanmasıyla ortadan kalkabilecektir.

Bu sebeple asr-ı saadette zina eden evli kadın hiçbir baskı ya da zorlama olmadığı ve işlediği fiili zina ettiği kişiyle Allah Teâlâ’dan başka bilen olmadığı halde kendi iradesiyle Efendimiz (s.a.v)’e gelmiş ve “Ey Allah’ın Resulü! Ben zina ettim, beni temizle” demişti! “Allah’ın huzuruna bu vebalin kiri ve lekesiyle çıkmak istemiyorum, beni temizle!!..

İmdi, eğri oturup doğru konuşalım: Zina fiilinin “hayatın sıradanları”, hatta kimilerine göre “vazgeçilmezleri”!! arasında yer aldığı (çünkü “özgürlükler” alanıyla doğrudan ilgilidir), yasaların suç olmaktan çıkardığı ve hemen hepimizin gözünde, algısında –sık rastlananlar arasında olduğu için– bir anlamda “normalleştiği” günümüz anlayışında bırakın Sünnet’le teşri kılınan recmi, Kur’an’ın getirdiği 100 sopa cezası bile “ağır” bulunacaktır! Evet, insan göre göre, duya duya bir yerden sonra zina fiilini “adiyattan” olarak algılamaya başlıyor. Böyle olunca da onun “cezalandırılması gereken” bir fiil, bir “suç” olması bile kimilerine anormal gelebiliyor.

Böyle bir ortamda elbette evli bir kimsenin işlediği zina fiili ile recm cezası arasında bir “dengesizlik” bulunduğu!! söylenecektir. Oysa evli bir kimsenin zinasının Allah indinde neye tekabül ettiği, ne kadar ağır bir suç teşkil ettiği konusunda elimizde bir ölçü aleti yok! Bunun büyük bir günah olduğunu biliyoruz, o kadar! Bir de belki işin “hikmeti” kabilinden, evlilerin zinasının bireye, aileye ve topluma nelere mal olduğu konusunda bir şeyler söyleyebiliriz…

Okuyucunun recmle ilgili üçüncü sorusunun cevabıyla bu seriyi tamamlamış olalım:

“Son olarak Kur’an’da zina eden erkek ve kadınla evlenmek yasak. Ayrıca zina eden erkek ve kadının yine zina eden biriyle evleneceğine dair hükümler var. Buradan zina edene yaşama hakkı tanındığını görüyoruz. Aksi durumda evlenmek yasak ya da zinakar, zina edenle evlenir durumu çelişirdi. Malum, ölüyle evlenilemeyeceğine göre bu ayetler başka türlü anlaşılmazken recmi hala nasıl savunuyorsunuz?”

Soru sahibi okuyucumun bu noktada bir kafa karışıklığı yaşadığını söylemem lazım. Kısaca izah etmek gerekirse;

1. Sahabe kuşağından itibaren bir kısım âlimler “Zina eden erkek, ancak zina eden veya şirk koşan bir kadınla evlenir…”[8] ayetinin “inşaî” değil “ihbarî” olduğu, yani herhangi bir hüküm getirmeyip, bir vakıayı haber verme mahiyetinde olduğu söylemiştir.[9] Yani zinayı bir hayat tarzı haline getirmiş olanlar, ancak kendileri gibi zinakârlarla veya müşriklerle evlenebilecek kadar alçalmış kimselerdir.

2. Yine Sahabe kuşağından itibaren bir kısım âlimler, bu ayetin inşaî olduğu, ancak hükmünün nesh edildiği görüşündedir. Zira bu ayet zina eden kişinin yine kendisi gibi zina eden birisiyle veya bir müşrikle evlenebileceğini hükme bağlamaktadır. Oysa yine bizzat Kur’an’da, “İman edinceye kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin”[10] buyurulmaktadır.

3. Nihayet, burada biz, “evli zanilerin” cezasından bahsediyoruz. Okuyucumun mantığına göre söz gelimi bir erkek evli bir kadınla zina ederse onunla evlenmek durumundadır. Oysa kadın zaten evlidir!

Dolayısıyla 24/en-Nûr, 3 ayetinin recm cezasıyla çeliştiğini söylemenin tutarlı bir yanı yoktur.

 


[1] Bkz. ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, III, 237 vd.; Mütercim Âsım, Kamus Tercemesi Okyanus, I, 186 vd.

[2] Mesela bkz. Mütercim Âsım, Kamus Tercemesi Okyanus, I, 186.

[3] 5/el-Mâide, 6.

[4] 4/en-Nisâ, 43.

[5] 24/en-Nûr, 2.

[6] 62/el-Cumu’a, 9.

[7] 5/el-Mâide, 38.

[8] 24/en-Nûr, 3.

[9] el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, XII, 150.

(10) 2/el-Bakara, 221

ebu bekir sıffil

 

About Darul hikmet

serbest

Bir cevap »

  1. Zafer Çobanoğlu yazıyı doğru olduğu için değil ama tutarlı olması açısından beğendim …öncelikle sünnetin gerekliliği açısından güzel bir çalışma ama acaba konular irdelenirken gerektiği gibi dikkatli bir çalışma olup olmadığı birazdan açığa çıkmaya başlar …değerli dostlar..:)
    6 saat önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu Nûr 2
    (Medenî 102) Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun…..
    AYET AÇIK DEĞİLMİ ARKADAŞLAR ZİNA EDEN ERKEK OLSUN KADIN OLSUN HER BİRİNE YÜZ DEĞNEK DİYOR….
    …….ALLAH IN SÖZÜNDEN SONRA HANGİ SÖZE İNANILIRKİ ?
    6 saat önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu Nisâ 25
    (Medenî 92) İçinizden özgür mü’min kadınları nikahlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu inanmış cariyelerinizden (alsın.) Allah imanınızı en iyi bilendir. Siz birbirinizdensiniz. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikahlayın. Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı(nı uygulayın.) Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
    EVLİ CARİYELERDEN FUHUŞ YAPACAK OLANA …HÜR KADINLARA UYGULANAN CEZASI NIN YARISINI UYGULAYIN ….EĞER RECM OLSA BUNUN YARISI OLURMU ARKADAŞLAR ….NEDEN AZ DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu ALLAH BİR KONUDA HÜKÜM BELİRTMİŞSE O KONUDA MÜMİN ERKEK VE KADINLARA DÜŞEN İSE İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK OLMASI GEREKİRKEN …ŞİMDİ YENİ BİR HÜKÜMMÜ ARIYORSUNUZ KENDİNİZE ….NE KADAR AZ AKLEDİYORSUNUZ….YOKSA ALLAH TAM NE DEDİĞİ ANLAŞILMAYAN BİR İLAH MI Kİ VERDİĞİ CEZA BEĞENİLMİYOR…!!
    6 saat önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu Bakara 106
    (Medenî 87) Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiç bir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir.
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu Âl-i İmrân 79
    (Medenî 89) Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine Kitabı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra insanlara: ‘Allah’ı bırakıp bana kulluk edin’ deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, ‘Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz Kitaba göre Rabbaniler olunuz” (deme görevindedir.)
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu Mâide 50
    (Medenî 112) Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu Kehf 26
    ………………………………. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.’
    Şûrâ 10
    (Mekkî 62) Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır. İşte Rabbim olan Allah. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na dönüp-yönelirim.
    En’âm 4
    (Mekkî 55) Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyiversin, mutlaka ondan yüz çevirirler.
    En’âm 46
    (Mekkî 55) …………………….. Bak, biz nasıl ayetleri ‘çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar?
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu En’âm 55
    (Mekkî 55) Suçlu-günahkârların yolu apaçık ortaya çıksın diye, ayetlerimizi işte böyle birer birer açıklıyoruz.
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu Âl-i İmrân 187
    (Medenî 89) Hani kitap verilenlerden: ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz’ diye kesin söz almıştı. Fakat onlar, bunu arkalarına attılar ve ona karşılık az bir değeri satın aldılar. O aldıkları şey ne kötüdür.
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu Bakara 159
    (Medenî 87) Gerçekten, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitapta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de (bütün) lanet ediciler.
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu Bakara 176
    (Medenî 87) O azabın sebebi, Allah’ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.
    6 saat önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu Âl-i İmrân 78
    (Medenî 89) Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.
    6 saat önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu Âl-i İmrân 187
    (Medenî 89) Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!
    6 saat önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu En’âm 38
    (Mekkî 55) Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.
    KİTAPTA EKSİK BIRAKMADIK DİYOR RABBİMİZ ŞİMDİ ONUN HÜKMÜNÜN ÜZERİNE HÜKÜMMÜ ARIYORSUNUZ?
    HADİSLE KURANI NESH ETMEYE ÇABALAYANLAR NEYE HİZMET ETTİKLERİNİ İYİ ANLASINLAR DİYE BU KADAR AYETİ YAYINLADIM
    OLURKİ DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALIRSINIZ DİYE….
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu GELELİM AYETLERLE AÇIKLANMAYAN MESELELERDE ELBETTE BU KONUDA HADİS KAYNAKLARINA MÜRACAAT EDİLEBİLİR….ŞAYET İŞİN UZMANI KİŞİLER DEN SAHİH HADİS OLARAK KABUL EDİLEN
    HADİSLERDEN İSTİFADE EDİLEBİLİR …DETAYLAR AÇISINDAN …YOKSA AYETLE BELİRTİLMİŞ KONULARDA …HADİS ARANMAZ DEĞERLİ ARKADAŞLAR..:)
    6 saat önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu Kur’ânın açık ve anlaşılır oluşu ile ilgili ayetler:
    30 Ekim 2011 Pazar, 11:15 · tarihinde Zafer Çobanoğlu tarafından eklendi
    Kur’ânın açık ve anlaşılır oluşu ile ilgili ayetler:

    “O yalnızca bir öğüt ve Mübin(apaçık)bir Kur’an’dır.”36/Yasin 69

    “Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura (aydınlığa), O övgüye layık, Aziz olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” 14/ İbrahim Suresi 1

    “Andolsun ki size beyyine (açıklayıcı, açık delil) ayetler, sizden önce gelip geçenlerden örnekler ve korunup, sakınanlar için de bir öğüt indirdik. 24/ Nur Suresi 34

    “Andolsun bu Kur’an’da her örnekten insanlar için türlü türlü açıklamalarda (sarrafna) bulunduk. İnsanların çoğu ise tanımamakta ayak diretmektedirler.” 17/İsra Suresi 89

    “Bilgiyle uzun uzadıya, etraflıca açıkladığımız (fassalna), inanan bir toplum için doğruya iletici ve rahmet olan bir kitabı onlara getirdik.” 7/ Araf Suresi 52

    “Bu bir kitaptır ki, Hakim ve Her şeyden Haberdar olan, ayetlerini hüküm ifade edici (muhkem) kılmış ve sonra detaylandırıp(fussilet) açıklamıştır”. 11/ Hud Suresi 1

    “Bu Kur’an uydurulacak bir hadis(söz) değildir. Aksine o önündekini tasdikleyici, her şeyi detaylandırıcıdır. ‹inanan bir topluluk için kılavuz ve rahmettir.”12/ Yusuf Suresi 111

    “Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik..”16/ Nahl 89

    “Kendilerine okunmakta olan Kitap’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” 29/ Ankebut Suresi 51

    “Allah size kitabı detaylı bir şekilde indirmişken O’ndan başka hakem mi arayayım? 6/Enam Suresi 114

    Bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için bu Kur’an, vahyolundu.” 6/Enam 19-50

    “Onlara ayetlerimiz açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar “Bize bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir.” dediler. De ki “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece vahyolunana uyuyorum.”
    6 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu Hadisler, Kur’ân’in ölçüsüne vurulur, ona göre degerlendirilir. Sünnet Kur’ân i neshedemez. Bir yigin zayif hadis Islâm kültür ufuklarini kara bulutlarla doldurmus, bir o kadar da sahîh hadisin manasina tahrif hakim olmus veya karismistir.
    Kuskusuz dinî bir hüküm, digerleri bir tarafa birakilarak sadece bir hadisten çikarilamaz. Önce hadisler bir araya toplanir, sonra toplanan bu hadisler Kur’ân’in gösterdigi mana ile karsilastirilir; zira Kur’ân bir çerçevedir. Hadisler onun çevresi içinde is görür, bu siniri tasamaz. Sünnetin Kur’ân aleyhine hüküm verdigini veya onun hükümlerini neshettigini iddia eden kimse aldanmistir. ..
    Kur’ân’da yaklasik on yerde geçen hikmet kavrami, sünnet karsiligi olamaz. Hikmet, Kur’ân ögretilerinden elde edilen sey”, baska bir deyisle, her seyi yerli yerinde degerlendirmektir.
    Kur’ân-i Kerîm’i az, hadisleri çok okumak… Bu durum Islâm’in gerçek yüzünü aksettirmez. Aksine bu hareketin kötü beslenmeye benzedigini söyleyebiliriz; zira bedeni ve akli olusturan unsurlar arasinda bir denge saglamak gerekir..M.GAZALİ
    6 saat önce · Beğen

    Muhittin Bozkurt ‎Zafer Çobanoğlu bu sabrına azmine hayranım… bu kadar şeyi nasıl yazabiliyorsun… tebrik ederim seni…
    6 saat önce · Beğenmekten Vazgeç · 2

    Zafer Çobanoğlu Muhittin kardeşim evet sabırlı davranıyorum akılları ikna etmek için olaki öğüt alır düşünürler…Allah bu kadar ayetini insanlara iletmişken bizler iki satırla ikna edeceğimizi düşünemeyiz….değişik biçimlerde anlayıncaya kadar izah edeceğiz bizlere yakışan budur….Allah ı darıltmadan kardeşlerimizi doğru düşünceye sevk edeceğiz …sanada selam olsun diğer arkadaşlarada …hayırlı ve bereketli çalışmalar diliyorum ..:)
    5 saat önce · Beğenmekten Vazgeç · 1

    Muhittin Bozkurt haklısın zafer hocam, doğrunun peşinde olan gerçekten de Allah’ın ayetleri karşısında kör kesilmez.. ama yaşadığım acı tecrübeler maalesef insanların Allah’ın ayetleri karşısında kör kesildiğini gösteriyor… geçen gün kuranın eksiksiz bir kitap olduğuyla ilgili o kadar ayeti bir arkadaşıma okumama rağmen, varsa kuranda abdesti göster namazı göster, orucu göster demesi ve ben ayetlerle ona göstermeme rağmen bir milim bile düşüncesi değişmedi…gerçekten yorgun olduğumu hissediyorum artık.. kendi köşeme çekilip yazabildiğim kadar bir şeyler yazmak ve insanlarla paylaşmak… Onlar inanmıyor diye kendimizi helak mı edeceğiz..

    bak mesela yukarıda namazla ilgili hiçbir detayın verilmediğini yazmış arkadaş. sadece isra suresi 110. ayet bile onu çürütmeye yeterlidir. Selam olsun vahyve gözünü gönlünü ve bütün hislerini açana…
    5 saat önce · Beğen · 1

    Zafer Çobanoğlu Muhittin kardeşim sakın köşene çekilme bizler nasıl bu gerçeklerle buluşmuşsak başkalarınada bu gerçekleri anlatmalıyız kafamız patlasa da yorulsakda ….sana gelen telkinler banada geliyor bunlar şeytanın fısıldamasıdır…..aman ha Rabbimize güvenip devam edelim …mücadele ortamını terkedenlerin durumlarını biliyorsun ….senin yorum ve yazılarına çok ihtiyacımız var ….bu gruba sana emanet ediyorum sen devam et benim çıkmam gerekiyor ….Allah bizleri kendi yolunda mücadele eden kullarından eylesin sabır la devam kardeşim ..:)
    5 saat önce · Beğen

    Tolga Kot Hay sizin usülünüzü de, kendinizin oluşturduğu kuralları da… Birileri bir şeyler zırvalamış yüzyılar önce, kırk milyon akıllı çıkaramamış… Bir de bu adamı alim diye sunuyorlar.. Geçmişin papağanından başka bir şey değil…
    5 saat önce · Beğen

    Sevgi Emektir Zafer bey, bunu yazdınız; GELELİM AYETLERLE AÇIKLANMAYAN MESELELERDE ELBETTE BU KONUDA HADİS KAYNAKLARINA MÜRACAAT EDİLEBİLİR….ŞAYET İŞİN UZMANI KİŞİLER DEN SAHİH HADİS OLARAK KABUL EDİLEN
    HADİSLERDEN İSTİFADE EDİLEBİLİR …DETAYLAR AÇISINDAN …YOKSA AYETLE BELİRTİLMİŞ KONULARDA …HADİS ARANMAZ DEĞERLİ ARKADAŞLAR..:)sonra da bu ayeti örnek verdiniz;“Bu Kur’an uydurulacak bir hadis(söz) değildir. Aksine o önündekini tasdikleyici, her şeyi detaylandırıcıdır. ‹inanan bir topluluk için kılavuz ve rahmettir.”12/ Yusuf Suresi 111
    Çelişki yokmu?
    4 saat önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu resule itaat ALLAHA itaattir
    Hz. Rasülüllah Efendimize İtaat Eden Yüce ALLAH’a İtaat Etmiştir!
    Yüce Allah, tüm insanları gönderdiği elçilere uymakla ve onlara itaat etmekle sorumlu tutmuştur. Elçiler, yüce Allah’ın emirlerini yerine getiren, insanlara yüce Allah’ın vahyini ileten ve hal ve tavırlarıyla, konuşmalarıyla, kısacası tüm hayatlarıyla insanlara yüce Allah’ın en hoşnut olacağı insan modelini ve hayatın nasıl yaşanması gerektiğini gösteren mübarek insanlardır.

    Yüce Allah Hz. Kur’an’da elçilerine uyanların kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Bu nedenle Hz. Rasülüllah Efendimize itaat, önemli bir ibadettir. Yüce Allah itaat konusunun önemini Hz. Kuran’da şöyle haber verir:

    …Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah’tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı. (Nisa Suresi, 64)

    …Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)

    Hz. Kur’an’ın birçok ayetinde ise, Hz. Rasülüllah Efendimize itaat edenlerin aslında yüce Allah’a itaat etmiş oldukları bildirilir. Elçilere başkaldıranlar ise, gerçekte yüce Allah’a karşı gelmişlerdir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

    …Kim Resul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)

    …Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. (Fetih Suresi, 10)

    Yüce Allah, Hz. Kuran’da Hz. Rasülüllah Efendimizin müminler için bir koruyucu ve yönetici olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle Müslümanlar her konuda Hz. Rasülüllah Efendimize danışır, onun fikrini ve rızasını alarak bir işe başlarlardı. Ayrıca aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda, çözüm bulamadıklarında veya ümmetin güvenliğine, sağlığına, ekonomik durumuna yönelik bir haber öğrendiklerinde bunları da hemen Hz. Rasülüllah Efendimize iletir ve ondan en hayırlı ve güvenli çözüm veya yöntemi öğrenerek uygularlardı.

    Yüce Allah’ın Hz. Kuran’da müminlere emrettiği çok önemli bir ahlaktır. Örneğin yüce Allah bir ayetinde, tüm haberlerin Hz. Rasülüllah Efendimize veya onun kendisine vekil kıldığı kişilere iletilmesini emretmektedir. Ayette şöyle buyrulur:

    …Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan ‘sonuç-çıkarabilenler’ onu bilirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz. (Nisa Suresi, 83)

    Bu elbette ki birçok hayrı ve hikmeti olan bir emirdir. Her şeyden önce Hz. Rasülüllah Efendimizin kur’an’i her emri ve hükmü yüce Allah’ın koruması altındadır. Dolayısıyla verdiği kararlar daima hayır olur. Ayrıca Hz. Rasülüllah Efendimiz ümmetin en akıllı ve hikmetli kişisidir. İnsan her işinde doğal olarak en ehil, en yüksek akla ve vicdana sahip olan, en çok güvendiği ve emin olduğu kişiye danışmak, bir haberi sonuç çıkarması için ona götürmek ister.

    Hz. Rasülüllah Efendimizin tüm bu özelliklerinin yanında, bütün haberlerin tek bir kişide toplanmasının bir hikmeti de, bu haberlerin bütününden daha akılcı ve sağlıklı yorumlar yapılabilecek olmasıdır. Yüce Allah bir başka ayetinde ise, müminlerin aralarındaki anlaşmazlıklarda Hz. Rasülüllah Efendimizi hakem tutmalarını bildirmiştir.

    Bu tür çözümsüzlüklerin hemen Hz. Rasülüllah Efendimize iletilmesi yüce Allah’ın emridir ve bu nedenle de akla, vicdana ve adaba uygun olandır. Ayrıca, Hz. Rasülüllah Efendimizin verdiği hükme gönülden ve hiçbir kuşkuya kapılmadan itaat etmek son derece önemlidir. Onun verdiği karar o insanın çıkarları ile çelişse de, gerçekten iman edenler bu durumdan hiçbir burukluk duymaz ve hemen razı olarak Hz. Rasülüllah Efendimizin Hz. Kur’an’dan yansıttığı hükmüne itaat ederler. Yüce Allah bu önemli itaat özelliğini Hz. Kur’an’da şöyle bildirmiştir:

    …Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (Nisa Suresi, 65)

    …İçlerinden Peygamberi incitenler ve: “O (her sözü dinleyen) bir kulaktır” diyenler vardır. De ki: “O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah’a iman eder, mü’minlere inanıp-güvenir ve sizden iman edenler için bir rahmettir. Allah’ın elçisine eziyet edenler. Onlar için acı bir azab vardır.”(Tevbe Suresi, 61)
    Yukarıda ki yazılanların, konu bütünlüğüne bakıldığında, yüce Allah ayrı Hz. Rasülüllah efendimiz ayrı hükümler vermemiştir, aksine Hz. Rasülüllah efendimiz kendisine indirilen, eğriyi doğrudan ayıran=Furkan ile hüküm vermiştir. Hz. Rasülüllah efendimizin verdiği her kararı, yüce Allah adına iş yapan Allahın Rasülü olarak vermiştir, bunun aksi bir düşünce kişiyi Şirke götür, bu durumdan ise âlemlerin Rabbine sığınırız.

    …Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. “İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana’dır” dediler. (Bakara Suresi, 285)

    Selam ve dua ile…
    16 dakika önce · Beğen · 2

    Zafer Çobanoğlu Üzerinde tartisilacak çok hadis var. Benim kaidem sudur: Ben bir hadisin kesin ilmî ya da tarihî hakikat ile çelistigini gördügüm zaman reddederim. Buhârî ve Müslim’de yer alsa da… Buhârî ve Müslim masum mudur? Ben yeni bir mantik gelistirmiyorum. Bu mantigin temellerini atan, büyük âlimlerimizdir. Sahîh hadisi bize sartlariyla tarif edenler onlardir. Buna göre; râvi âdil zabt sahibi olacak, senedi muttasil olacak, metni de sazz ve illetten beri olacak. Sazz olmasi, sika bir râvinin kendisinden daha sika bir raviye muhalefet etmemesidir. Buhârî, bir âyeti “ve’z-zekeri ve’l-Ünsâ” diye rivayet ederse, ben ona hayir derim. Çünkü Kur’ân, âyetin “Vemâ halaka’z-Zekera ve’l-Ünsâ” oldugunu söylüyor. Buhârî, sözkonusu âyetin Abdullah b. Mes’ud kiraatine göre oldugunu rivayet etmistir. Âlimler bu rivayetin sazz oldugunu söylemis ve hiç iltifat etmemislerdir. Diger hususlarda da böyledir. Kesin bilgiye muhalif olan hadisler tabii olarak itibardan düsecektir.
    Diger yandan Buhârî ve Müslim’in Sahihlerinde yer alan “Hiç kimse ameliyle Cennete giremez, dediler ki: Sen de mi, Yâ Resûlallah!? Buyurdu ki; evet ben de. Ancak Allah beni lütuf ve rahmetiyle kusatmistir…” seklindeki hadis, gaflet ehlinin uydurmasi olup Hz. Peygamber’e karsi yapilmis bir saygisizliktir. Kaldi ki bu hadis, Kur’ân-i Kerîm’in pek çok âyetine de ters düsmektedir. Nitekim Araf 43., Nahl 32., Zuhruf 72-73., ve Ahkâf Süresi 13-14. ayetlerinde ve diger bir çok âyette, Cennete insanlarin ancak amelleri sayesinde girebilecekleri belirtilmektedir.
    ab. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i
    Ahmed b. Hanbel, Islam’in zirvedeki degerli âlimlerinden ve müçtehitlerinden biridir. Müsned’i yaklasik otuz bin hadis içermektedir diyen, Muhammed Gazâlî, bunlar arasinda içinde asilsiz olanlarin varligindan kuskusu bulunmadigini söyle ifade etmektedir: “Gerçek su ki, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde kabul olunamayacak metinler yer almaktadir. Âlimlere düsen görev de bu konuda uyarida bulunmaktir.” Nitekim Müslim’in Sahîhinde ve Sünenlerde yer alan ve yine Ahmed b. Hanbel’in Müsned’ine aldigi Ebû Hureyre’den rivâyet olunan bir hadise göre, Hz. Peygamber söyle buyurmuslardir: “Annem için magfiret dilemek üzere Rabbimden izin istedim. Ancak bana izin vermedi. Sonra annemin kabrini ziyaret etmek istedigimde bunun için bana izin verdi.”
    Bu hadis, Kur’âni-i Kerim âyetlerine aykiri düstügü için “sâz” bir hadistir. Çünkü yüce Allah, “Biz elçi göndermedikçe azap edecek degiliz” , “Bu böyledir, çünkü Rabbin, halki habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici degildir” , “Ve senden önce onlara bir uyarici göndermemistik” , “Hayir, o senden önce kendilerine hiçbir uyarici gelmemis olan bir kavmi, dogru yola gelirler umuduyla uyarman için Rabbin tarafindan sana indirilen bir gerçektir” buyurmaktadir.
    Görülüyor ki, Hz. Peygamber’in annesi hiçbir peygamberin gönderilmedigi fetret döneminde yasamistir. Kendisine bir uyarici peygamber gelmemis ve böyle bir seyi biliyor da degildir. Bu âyetler de açikça gösteriyor ki, annesinin azap görmesi sözkonusu degildir. Hz. Peygamber’in annesi için magfiret isteginde bulunmasinin reddedildigini ifade eden hadis “sâz”dir ve diger hükümlere aykiridir. Bununla amel olunmaz. Çünkü âhad haberler, Kur’ân üzerine takdim olunamaz………M.GAZALİ
    7 dakika önce · Beğen

    Zafer Çobanoğlu Bu hadisin bir baska sekli Müsned’de zayif bir isnadla Ebû Rezin’den rivayetle gelmektedir. Ebû Rezîn diyor ki, Resûlullah’a, “Ey Allah’in Resûlü! Annem nerede? diye sordum. Hz. Peygamber, “Annen atestedir” buyurdu. Ben de “O halde ailenden daha önce ölmüs olanlar nerede” diye sordum. Hz. Peygamber, “Senin annenle benim annemin beraber olmasindan hoslanmaz misin? buyurdu.” Bu hadis, zayif olmasinin yanisira yukaridaki gibi “sâz” bir hadistir. Herhangi bir kimsenin, Kur’ân’in önemine gölge düsüren hadislerin dogru olup olmadigi üzerinde düsünmeksizin dogrulugunu kanitlamaya kalkismasi beyinsizliktir. Bu türden rivâyetler basit, önemsiz ve zayif rivâyetlerdir. Onlarin aksine ben bu tür rivâyetleri reddedilmis degisik rivâyetler sayarim.
    Örnegin, “muâvizeteyn” (Nas ve Felak) surelerinin Kur’ân’da olmadigina dair rivâyeti Ibn Mes’ud’a (ö. 32/652) nispet etmek gülünç degil midir? Yani Ibn Mes’ud gibi bir zat kalkacak, “Nas ve Felak sureleri Kur’ân’dan degildir”, diyecek. Bu hiç olacak sey midir? Dogrusu “zayif” ve “mevzû” rivâyetlerde isi bu dereceye kadar vardirmak dehset vericidir. Ne yazik ki, Ibn Kesir (ö. 774/), Ahmed b. Hanbel’in bu rivâyetini tefsirine almistir. Oysa Ibn Kesir tefsiri, esere (rivâyet ya da hadise) dayali tefsirlere kaynaklik eden bir tefsirdir. Bu tefsirde, Zirr’den gelen rivâyete göre, Zirr diyor ki: Ubey b. Ka’b bana, “Ahzab suresini nasil (nereden) okuyorsun veya okudugun bu surenin âyet sayisi ne kadar?” diye sordu. Ben de, “73 âyet” dedim. O da “Asla, ben Ahzab suresini gördüm. Gördügüm kadariyla da, bu sure, Bakara suresine denk bir suredir…” dedi.
    Bu, sakat bir sözdür. Yani yüce Allah, kirk sayfayi dolduran bir vahiy indirecek, sonra da bu vahiyden 34 sayfasini eksiltecek ya da kisacak, geriye sadece alti sayfalik bir vahiy birakacak öyle mi? Bu bir saçmaliktir. Keske rivâyet edilmeseydi. Kaldi ki Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde hem önemsiz rivâyetler, hem de atilmasi gereken uydurmalar vardir. Benim uyarim su noktada olacaktir; Kur’ân’a iliskin gelen bilgilerin bu türden hikayelere ve saçmaliklara tahammülü yoktur.
    Ben zaman zaman söyle düsünmüsümdür: Müsned türü eserlerin sahipleri, her bulduklarini not etmek suretiyle eserlerini önce müsvedde halinde kayda geçirdiler. Fakat saçma rivâyetleri ayiklama imkani bulamadan öldüler. Haliyle bu türden rivâyetler de bu müsnedlerde yer almis oldu. Bunun örneklerinden birini yine Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde görüyoruz. Hz. Aise’den (ö. 58/678) yapilan bir rivâyete göre, o söyle demektedir: “Recm ve on kez emzirme ile ilgili âyetler inmisti. Hepsi de bir yaprakta benim evimde divanimin altinda bulunuyordu. Hz. Peygamber rahatsizlaninca onunla mesguldük. Bu sirada bize ait bir koyun içeri girdi ve o yazili yapragi yedi.”
    Gumârî diyor ki, “Bu haber “sâz” ve “münker”dir. Hem de oldukça igrenç bir rivâyettir. Siddetle reddi gerekir. Çünkü tilavetin (okunan Kur’ân’in) “nesh”i muhaldir. Kaldi ki, bu rivâyetin kabul edilir bir tarafinin bulunmamasinin bir yönü de sudur: Eve bir koyun girecek, bu koyun evde içinde yazili bir yapragi yiyecek, fakat bunu kimse bilmeyecek. Dogrusu bunu hiçbir akil almaz. Bu da kesinlikle reddedilen batil bir seydir. Diger yandan “nesh”in caiz oldugu görüsünü kabul edenlere göre, bir koyunun eve girip evde bulunan ve “nesh” edilmis olan bir Kur’ân’i (Kur’ân’dan bir kismi) yedigini caiz saysaydik, bu durumda bu koyunun ayni zamanda “nesh” edilmemis bir Kur’ân âyetini yemis olmasi da caiz görülür, kabul edilebilirdi. Durum böyle olunca da Kur’ân-i Kerîm’e olan güven ortadan kalkardi. Zira baska bir yaratik da Kur’ân’dan bir seyler yemis olabilirdi. Oysa Yüce Allah söyle buyuruyor: “Kur’ân’i kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacagiz.”
    Diger taraftan Aziz ve Celil olan Allah, kitabinda kesin olarak tüm âlemin alti günde yaratildigini bildirmektedir. Böyle kesin bilgi olmasina ragmen nasil olur da bir kimse dalginca davranir ve “yaratilan varliklar yedi günde yaratilmislardir” diye hadis rivâyet edebilir. Sonra da kalkip herkesin bildigi Kur’ân gerçeginden oldukça uzak bir sekilde yaratilis olayi etrafli ve detayli bir sekilde anlatilacak, olacak sey degil!
    Imam Müslim’in, Ebû Hureyre’den rivayetle aktardigi bir hadis, açikça Kur’ân’la çelismektedir. Sözkonusu hadise göre Resûlullah (a.s.) söyle buyurmustur: “Allah topragi (yeri) Cumartesi günü yaratti. Ondaki daglari Pazar günü yaratti. Agaçlari Pazartesi günü yaratti. Hos karsilanmayan (mekruh) seyleri Sali günü yaratti. Nuru (ve aydinligi) Çarsamba günü yaratti. Canlilari da Persembe günü dagitip yaydi. Hz. Adem’i de Cuma günü ikindiden sonra, ikindiyle gece vakti arasindaki bir zamanda yaratti.”
    Ne var ki, Ahmed b. Hanbel de bu hadisi eserinde zikretmistir. Halbuki bu hadis Kur’ân’in gerçeklerine aykiridir. Çünkü hadise göre yeryüzünün ve onda var olan seylerin yaratilmasi olayinin yedi gün içinde gerçeklestigi bildirilmektedir. Oysa Kur’ân-i Kerîm, yer ile gögün alti gün içinde yaratildigini bildiriyor……..M.GAZALİ
    7 dakika önce · Beğen
    Giyasettin Bin Adem Kur’ân’ın pek çok yerinde Hz.Muhammed’in Allah’ın elçilerinin sonuncusu ve en büyüğü olmakla birlikte, önceki bazı peygamberlerin sözlü mesajlarını desteklemek ya da pekiştirmek için gösterildiği söylenen türden mu’cizeler gösterme gücüyle donatılmadığı ısrarla belirtilmiştir. Denebilir ki O’nun tek mu’cizesi: açıklığıyla, ahlaki kapsam ve mahiyetiyle kusursuz; insanlık tarihinin her çağına, her gelişim safhasına uyan; insanların hem duygularına hem akıllarına hitap eden; hangi ırktan ve hangi toplumsal katmandan gelirse gelsin her insana açık olan ve hem lafzıyla, hem de muhtevasıyla kıyamet gününe kadar değişmeden kalacak olan Kur’ân’ın kendisiydi ve bugün de böyle olmakta devam etmektedir. Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı Meal-Tefsir, II, 572, 71. dipnot.

Giyasettin Abuşak için bir cevap yazın Cevabı iptal et