DR. EBUBEKİR SİFİL İLE SÜNNET ÜZERİNE

 

Burhan – Nisan 2009

 

1. Sünnetin ; muradullahın anlaşılmasındaki

rolü nedir ? Sünnet olmadan muradullahın

anlaşılabilmesi mümkün müdür?

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Sünnet olmadan muradullah anlaşılabilecek

olsaydı Kur’an Efendimiz (s.a.v)’e sadece “tebliğ”

görevi verir, ayrıca “beyan/açıklama” görevi vermezdi.

Temel ibadetlerin nasıl yapılacağına ilişkin

olarak Kur’an’da herhangi bir detay verilmemiş olması,

Kur’an’ın hayata intikalinde Efendimiz

(s.a.v)’in tuttuğu merkezî rolün en açık ifadesidir.

Fazlasöze hacet yoktur.

2. Sünnetin/hadislerin tahrip edilmeye

müsait bir alan olduğunu söylemek Müslümanların

zihinlerinde veya tasavvurlarında ne gibi

algılara yol açar ? Bu algıların yapacağı tahribatın

boyutu ne olur ?

Sünnet’in/hadislerin nakli meselesi üzerinde

şüpheler oluşturarak Kur’an’ı “şahsî görüşlere açık”

hale getirmek ahir zamanda müptela olduğumuz

bir hastalık. “Hadislerin naklinde beşer unsuru yer

almıştır” gerekçesiyle Sünnet/Hadis alanını “tekinsiz”

ilan edenler, Kur’an’ın da aynı beşer unsuru vasıtasıyla

nakledildiğini nedense hep görmezden

gelir. Burada denebilir ki, “Kur’an ilahî koruma altındadır;

ancak Sünnet/hadisler için böyle bir garanti

yoktur.” Biz de buna karşılık deriz ki, Kur’an’ın

ilahî garanti altında olması, mesela melekler vasıtasıyla

korunması gibi bir durumu anlatmaz. Yüce

Allah Kur’an’ı bu Ümmet eliyle korumuştur ve bu

durum kıyamete kadar da böyle devam edecektir.

Kur’an’ı koruyan Ümmet Sünnet’i niçin tahrif eder?!

Bu noktada ikinci bir itiraz da, Kur’an’ın tevatüren

nakledildiği, hadislerin büyük çoğunluğunun

naklinde ise böyle bir durumun söz konusu olmadığı

şeklinde ileri sürülebilir. Buna mukabelemiz de

şöyle olacaktır: Yukarıda sözünü ettiğimiz temel

ibadetlerle ilgili hadisler büyük ölçüde tevatür seviyesine

ulaşmamış rivayetlerden oluşmaktadır. Bu

şu demektir: Bu rivayetleri “güvenilmez” ilan ettiğiniz

zaman İslam’ın temel ibadetlerini bile yerine getirmeniz

imkânsızlaşır. Bu durumu, Din’in bireysel

ve sosyal bütün boyutlarına teşmil edebilirsiniz.

3. Ehl-i Sünnet mezhebinin tepkisel bir

fırka olduğu (diğer fırkalar gibi) ve Şia’ya tepki

olarak doğduğunu söyleyenler var. Bu tespit

doğrumudur ?

Böyle bir iddianın kimden sadır olduğunu bilmiyorum.

Ama ciddiye alınır yanı yoktur. Ehl-i Sünnet,

Efendimiz (s.a.v)’in Sahabe’ye, onların da

kendilerinden sonraki kuşağa aktardığı çizgidir.

Sünnet’i Kur’an’la birlikte Din’de merkezî bir konumda

görmekle diğerlerinden ayrılan Ehl-i Sünnet,

bir “fırka” değildir ki, sonradan/tepkisel olarak

ortaya çıktığı söylenebilsin! Sahabe bu dini Efendimiz

(s.a.v)’den nasıl grdüyse öyle yaşadı, anlattı.

Tabiun da Sahabe’den gördüğünü Din olarak aldı,

anladı, yaşadı ve anlattı. Haricîler’le birlikte tarih

sahnesine çıkmaya başlayan fırkalar ise bu ana

gövdeden şu veya bu sebeple/ölçüde ayrılan arızî

yapılardır.

Soruyu şöyle anlarsak doğruluk payı taşıdığını

söyleyebiliriz: “Ehl-i Sünnet kelamı sonradan

ortaya çıkmıştır.” Evet, doğru olan budur. Yani sonradan

ortaya çıkan “Ehl-i Sünnet mezhebi” değil,

“Ehl-i Sünnet kelamı”dır. Bunda şaşılacak bir nokta

yoktur. Zira Ehl-i Sünnet kelamı, sonradan ortaya

çıkan fırkalara karşı Sahabe’den devralınan sahih

İslam çizgisini, yani Ehl-i Sünnet’i aklî delillerle müdafaa

etmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla

sonradan ortaya çıkan “mezhep” değil, “metot”tur.

4. Bir makalenizde Ehl-i Sünnetin bir şemsiye

olduğu tespitini dile getirmiştiniz. Bu şemsiyenin

altına giren genel görüşler yani

turnusol kağıdı görevi yapacak görüşler nelerdir?

Öncelikle buradaki bir yanlışlığı düzeltelim:

Ehl-i Sünnet şemsiye kavramı, birtakım “görüşler”

den değil, “itikadî umdeler”den oluşur. Herhangi

bir Ehl-i Sünnet Akaidi kitabında görülebilecek olan

bu umdelerin bugün için turnusol kâğıdı işlevi görenleri,

Sünnet’e/hadislere bakış ile Sahabe hakkındaki

düşüncelerdir. Günümüzü geçmişten farklı

kılan önemli kırılma alanları bunlardır. Geçmişte

bid’at fırka mensupları, hadisle sabit olan itikadî hususlar

hakkında hiçbir kapalılığa yer vermeksizin,

“Biz bunlara inanmıyoruz” diyorlardı. Günümüzde

ise bir kısım insanlar bir yandan Ehl-i Sünnet olduklarını

söyleyip dururken, diğer yandan gözümüzün içine baka baka hadislerle sabit itikadiyyatı

inkâr ediyor. Hz. İsa (a.s)’ın nüzulünü, kabir azabını,

şefaati… inkâr ederken nasıl Ehl-i Sünnet kalınabiliyor,

anlayan beri gelsin!

5. Günümüzde özellikle Şiar niteliği olan

sünnetlerin terk edildiğini hatta sarık ve sakal

başta olmak üzere pek çoğunun adet olarak nitelendiğini

müşahade ediyoruz. Şiar Sünnetlere

bakış Ehl-i Sünnete göre nedir ?

Ehl-i Sünnet, Sünnet-i Seniyye ile sabit olan

hususlara hassasiyet göstermenin addır. Bu anlamda

temel olarak itikadî sahada kendisini gösteren

bir duruştur. Sakal, sarık vb. sünnetleri hafife

alma tavrına gelince, sadece Ehl-i Sünnet’e değil,

bütünüyle İslamî geçmişe karşı hastalıklı bir tavrın

ifüadesidir. Zira bugün bilmeyen yoktur ki, Şia gibi

bid’at mezhep mensupları dahi sakal, sarık vb. şiarlar

konusunda hayli hassastır. Dolayısıyla bu şiarlar

konusundaki aymazlık, itikadî zaaf yanında,

aynı zamanda bir kimlik erozyonunu ve yabancılaşmayı

da ifade etmektedir.

6. Ehl-i Sünneti anlama da Osmanlı örneğinin

yeri neresidir ?

Ehl-i Sünnet Osmanlı’nın en temel kimlik kodudur.

Temel Akaid/Kelam kitaplarına Osmanlı uleması

tarafından gösterilen ehemmiyet, medrese

müfredatında yer almalarından ve üzerlerine çok

sayıda şerh, haşiye… tarzı çalışmalar yapılmış olmasından

kolayca anlaşılabilir. Sadece ilmî alanda

değil, siyasî alanda da bu hassasiyet yaşatılmıştır.

Şah İsmail’den başlayarak Şia ile mücadele bunun

kristalize olduğu süreçlerden birisidir.

7. Osmanlı Medreseleri ile bugün İlahiyat

Fakültelerini bir kıyas edersek İslami İlimler açısından

durum nedir ? Bugünkü İlahiyat Fakültelerinin

tedrisatı yeterli midir ?

Ali Fuat Başgil’in, Ankara İlahiyat için söylediği,

“Buradan din alimi değil, din münekkidi yetişir”

tesbiti bu soruya cevap olarak yeterli olsa

gerektir. Medrese ile fakülteyi mukayese etmek,

medreseye yapılabilecek en büyük hakaret olur.

Okuduğu Arapça metni doğru dürüst anlamayan

ilahiyat hocalarına bolca rastlandığı günümüz Türkiyesi,

medresenin kıymetinin/öneminin anlaşılması

için yeterli manzarayı vermektedir.

8. Ehl-i Sünnet açısından Zahidül Kevseriyi

nereye koymalıyız ? Muhammed Ebu Zehra

dışında O’nu müceddid olarak gören İslam

Alimleri kimlerdir ?

Zahid el-Kevserî merhumun Ehl-i Sünnet itikadına

gerçekten büyük hizmetleri olmuştur. Matbuat

dünyasında, sadece çeşitli dergilerde yazdığı

makalelerle değil, tahkik ve neşrettiği ve neşrine

önayak olduğu son derece kıymetli eserlerle de

geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurmuştur. Etkilerinin

bugün bile son derece canlı bir şekilde yaşıyor olması

da bunun bir diğer göstergesidir. Tercümelerinin

neşri müyesser olduğunda ne demek

istediğim rahatlıkla anlaşılacaktır.

İmam el-Kevserî’yi “imam”, “müceddid” gibi

vasıflarla anan sadece Ebu Zehra merhum değildir.

Muhammed Yusuf el-Bennûrî, Yusuf ed-Dicvî,

Selâme el-Azzâmî, Abdülvehhâb Abdüllatîf, Abdurrahman

Halîfe, Ahmed Hayrî, Abdülfettâh Ebû

Gudde onu mezkûr sıfatlarla ve benzeri ifadelerle

ananlar arasında ilk akla gelenlerdir.

About Darul hikmet

serbest

Yorum bırakın